Neo-liberal dönemde üretim koşullarındaki dönüşümlerle birlikte emeğin örgütlenmesine ilişkin yeni tartışmalar, sendikaların ve meslek örgütlerinin ve dahası konu üzerine kafa yoranların gündemine yerleşmiştir. Çözüm için formülasyon üretenleri iki hâkim grupta kategorize edebilmek mümkündür. İlk varyant, ücretli emek ve örgütlenmesi üzerine inşa edilmiştir. İkinci varyant ise maduniyet ve yeni toplumsal hareketler ekseninde, üretimden değişik ölçeklerde uzaklaşan kavrayışları içermektedir.
Ücretli-emek, artı-değer üretilebilmesi için emeğini satan ve bu ücret ilişkisi üzerinden kendini ve toplumsal hayatı yeniden üreten emek türüdür. Toplumsal hayatı üretmesi bağlamında ücretli emeğin örgütlenmesini merkeze alan sendikalar, emeğin mücadelesinde biricik örgütlenme formu olarak kabul edilmektedir. Ancak sendikal mücadelenin başat stratejisi, ücretli emeğin örgütlenmesinin mücadele koşullarını, sermaye ve emeğin doğrudan karşı karşıya geldiği belirli üretim mekânlarına hapsetmektedir. Doğrudan ve/veya dolaylı emek-sermaye çelişkisini, sınırları belirlenmiş mekânlar içinde düşünen bu mücadele anlayışı, strateji olarak ücretli-emeğin ücretinin artışına odaklanmaktadır. Ücretlerdeki artışa paralel olarak hayata geçirilmeye çalışılan, işyeri koşullarında ve çalışma rejiminde emek lehine kazanılmaya çalışılan değişiklikler, mevzubahis sendikal formun -teorik ve pratik- muhteviyatını oluşturmaktadır. Bu bağlamda da, Türkiye’de ‘işçi’ yahut ‘proletarya’ kelimesi kullanıldığında, üretimin mabedi kabul edilen fabrikadaki tulumlu ve kasketli vs., çalışma üniforması içindeki üretken-emek kapasitesine sahip insan profilleri kafalarda canlanmaktadır. Belirli mekânsal ilişkilerin dönüştürülmesini ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini ve ücretlerin yükseltilmesini hedefleyen bu sendikal anlayış, ücretli-emeğin kendini ve toplumsal hayatı yeniden üreten ‘doğasını’ göz ardı etmektedir.
Ücret sendikacılığı formunun dar sınırlarına işaret eden, neoliberalizm ile birlikte değişen koşulları ve üretim kadar tüketimi de örgütlenme kavrayışı içine dâhil eden, yoksulluk/maduniyet ve yeni toplumsal hareketler perspektifinden hareket eden bir eğilim giderek literatürün -eleştirel- alanını zenginleştirmektedir. Esnek üretim koşulları altında ücretli-emek tanımının pratikteki karşılığının dönüşüme uğradığını belirten bu varyant, üretimin; fabrika, atölye gibi üretime tahsis edilmiş belirli mekânsal sınırları aşarak tüm toplumsal hayatın -ev, sokak, merdivenaltı gibi- mekânlarını tahakküm altına aldığını vurgulamaktadır. Böyle bir kavrayış, toplumsal hayatın metalaşması görüşüne uygun olarak, sadece belirli mekânsal sınırlara ve ücret artışlarına endekslenemeyen yeni bir örgütlenme formu ihtiyacını, emeğin örgütlenme ufkuna yerleştirmektedir.
Yeni örgütlenme formu, artı-değer üreten emek-gücünü, ücretli emeğin ötesinde bir bütün olarak toplumsal hayatın yeniden üretilmesi alanına kaymasını temel almaktadır. Böyle bir yaklaşıma göre emek-gücü, artık fabrikada mavi üniforma giyen işçi değil, toplumsal yaşamda hizmet üretenler, çöp toplayanlar, kasiyerler, gündelikçiler, seyyar satıcılar gibi sınıfsal konumda olup adlandırılamayanları kapsamaktadır. Hemen her zaman karşılaştığımız, herhangi bir kategorizasyona tabi tutamadığımız çoklu tekillikler, konjonktürel olarak yeni örgütlenme formunun esas bileşenleridir. Bu bileşenler, sadece artı-değer üretimi ile sınırlı kalmayarak, yaşantılarının metalaşma süreçlerini tüm yakıcılığıyla hissetmektedirler. Öyle ki, bir kasiyerin gülücüğü, bir garsonun tatlı sözü veya bir banka çalışanının presentabl biçimde olması, üretim sürecinin zorunluluğu haline gelmektedir. Gerek ev-içi emek [gündelikçi ve/veya ev kadını (unpaid labour)] gerekse duygulanımsal emek olarak bu süreç içerisinde cisimleşen emek türleri, bu eleştirel kavrayışın zeminini oluşturmaktadır.
PROLETARYA MI? PREKARYA MI?
Ücretli-emeğin örgütlenmesi üzerine yoğunlaşan ilk varyant, toplumsal hayatın yeniden üretimini, mücadele ufkunun dışında tutarak, ekonomizm tuzağına düşmüştür. Tarihsel süreçteki etkileri ve kazanımları göz ardı edilemeyecek bu varyantın bakış açısından, sendikal ücret mücadelesi, hak mücadelesi ve çalışma koşullarının düzeltilmesine ilişkin mücadeleler esaslı öneme haizdirler. Oysaki ücretli-emek, toplumsal hayatın yeniden üretiminde, dayatılan zorunluluklar itibariyle, belirli mekânsal sınırları aşmaktadır. Ücretli-emeğin aldığı ücret, işçiye sadece harcadığı emek-zamanın karşılığı olarak değil, kendini yeniden üretebilmesinin de, diğer deyişle evdeki ‘karı’sının emek-gücünün de, karşılığı olmaktadır. Ücretli-emek esas olmakla birlikte, onun tek yanlı değerlendirilmesi, sınıf mücadelesinin sınırlarını daraltmaktadır. Yeniden üretim göz önüne alınarak tanımlanan ücretli-emek, her türlü örgütlenme formunun esasını teşkil etmektedir.
Salt ücret sendikacılığı eksenine sıkışıp kalan bu örgütlenme formu kavrayışı, getirdiği sıkıntıları itibariyle yeni imkânlar ve çözümler arayışına neden olan yeni örgütlenme formları ihtiyacını da beraberinde doğurmuştur. Yeni bir örgütlenme formu ihtiyacı, neoliberal dönüşümler aracılığıyla toplumsal hayatın metalaşmasını göz önünde bulundurarak, ikinci varyant tarafından formüle edilmiştir. Bu formülasyon, toplumsal hayatın yeniden üretimini merkeze almış olup, kendi tanımladığı ücretli-emek anlayışının ötesine geçmeyi amaçlamaktadır.
‘Yoksulluk/maduniyet manzumesi’ olarak ifade edebileceğimiz bu kavrayış, ücretli-emeği ya da ‘proletarya’yı, ekonomist algılamalar içerisinden dar tanımlamalarla kodlamaktadır. Bu bağlamda işçi sınıfı, bu kavrayışın literatüründe iki virgül arasında sıralanarak geçiştirilmektedir. Yoksulluk/maduniyet temelinde şekillenen bu örgütlenme formunun esas bileşenlerini, kimlikler, toplumsal cinsiyetler, etnik/mezhepsel aidiyetler ve tüketim üzerinden tanımlanan yoksullar oluşturmaktadır. Bu varyant, değer-biçimin değer dışı-biçim üzerindeki tahakkümünü, bir gülücüğün, bir tatlı sözün veya estetiksel görünümün metalaşması süreçlerini, değer dışı biçimin sorunsuz bir şekilde değer-biçime tahvil edilmesi olarak okumaktadır.
Örgütlenme formuna ilişkin tartışmaların merkezini, belli bir sınıf tanımlaması ve buna mukabil, bu sınıfın örgütlenmesi sorunu oluşturmaktadır. Gerçekte bir sınıf tanımından ziyade bir örgüt formunun esasını, sınıf mücadelesinin koşulları belirlemektedir. Buna paralel bir örgütlenme formunun odaklanacağı alan, sınıf mücadelesi olmalıdır. Belirli bir sınıf tanımlaması üzerine kurulu bir örgütlenme formu, kendi stratejilerini ve taktiklerini, kendi sınıf tanımlamaları içerisine hapseder. Örneğin yeni bir sınıf tanımlaması olan prekarya, işçiler arasında yarık açılmasının müsebbibidir çünkü toplumsal hayatın yeniden üretimi, sadece ne prekarya ne de başka tür bir adlandırılamayan sınıfın belirleyiciliğindedir. Sınıf mücadelesi koşulları ışığında yeni bir örgütlenme pratiği, toplumsal hayatı yeniden üreten ücretli-emeğin esas olduğu, bir özne olarak katıldığı, sürecin kolektif öznesidir.
EBUBEKİR AYKUT-KANSU YILDIRIM