Türkiye ağır bir savaş atmosferinin içinde. Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kütahya’daki AKP olağan il kongresinde yaptığı konuşmada, Afrin operasyonunun başladığını duyurdu. Aynı toplantıda taşeron işçilerin taleplerine ise sert cevaplar verdi.
“İşçilerin hepsi hakkını almıştır. 1 milyona yakın insanın şu anda kadroları verilmiştir ama siz hâlâ orada 10 kişi-15 kişi burada anlayamamışsınız. Bütün bu yaptıklarımız birilerini şımartmasın. Kimsenin yapamadığını, cesaret edemediğini, AK Parti iktidarı olarak bizler yapmış ve 1 milyona yakın şu anda taşeron olayındaki elemanların hepsini kadrolarını vermek suretiyle iş sahibi yaptık… Ne yapıldığını bilmeden, sloganik bir gençlik biz istemiyoruz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir büyük bir heyecanla Afrin’e yönelik müdahalenin sinyallerini veriyordu. Memleketin gündemi bu müdahaleye kilitlenmiş durumda. Ancak anlaşılan geçim derdi seferberlik çağrılarının bile üzerine çıkıyor.
Taşeron işçilerin sorunları, asgari ücret zammı konusunda memnuniyetsizlik, sanki savaş gündemi ile örtülmeye çalışılan geçim gündemini bir biçimde dayatıyor.
Hatırlayalım, 2017 yılını yoksullaşarak kapatan asgari ücretliye yapılan artış, asgari ücretliyi tatmin etmemişti. Erdoğan, “Beyefendiler beğenmiyor. Şimdi 14,3 artışla 1603 liraya çıktı. Ya eline diline dursun, nereden nereye. Bu rakam asgari ücretin evli olmasına çocuklarının olmasına göre değişebiliyor. Bu asgari ücrete 100 lira da işveren teşviki uyguluyoruz” şeklinde konuşarak asgari ücreti beğenmeyenlere çıkışmıştı.
Memleket gündeminin neden savaşa kilitlendiğini bu tepkiler ve bu tepkilere karşı yükselen öfkeden anlamak mümkün.
Bir süredir Erdoğan’ın Afrin’e seslenişi, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın duygu yüklü şiiri “bir gece ansızın gelebilirim” ile geliyordu.
Bu sözler Tarık Akan, Münir Özkul, Emel Sayın, Zeki Alasya; Metin Akpınar, Kemal Sunal ve Halit Akçatepe’nin “Mavi Boncuk” isimli muhteşem filminde, bu şiirden bestelenmiş şarkıyı, coşkuyla söyledikleri görüntüleri geliyor aklıma. “Aşk bu, bilinir mi nereye varır/Ne durdurur özleyeni, seveni/Bakarsın ansızın gelebilirim/Bu kadar yürekten çağırma beni.”
Oysa meydanlarda söylenen sözlerin, heyecanı dışında, şiirdeki ile bir ilgisi yok. Mehtere durduk mu arkasına takılan çok olur gibi bir durum görünmüyor.
Sanki savaş geçim derdi ile savaş gündemi arasında yürüyor. Yoksa kim böyle bir dönemde, hangi cesaretle hak talebinde bulunabilir ki?
Oysa taşeron işçilerin, asgari ücretlinin sesine bir ses daha ekleniyor şimdi. Metal sektöründe 130 bin işçiyi kapsayan grevin ayak sesleri. Bu grev Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklama tehdidi altında. Birleşik Metal İş Sendikası grevin yasaklanması tehdidi için diyor ki;
“Bu büyük bir saldırı anlamına gelecektir. Önümüzdeki günler birçok gelişmeye, saldırıya açık. Bu nedenle Birleşik Metal-İş Sendikası olarak yasaklama ihtimaline karşı, işçi sınıfının ortak kazanımı için ortak mücadelesini önemsedik ve önerdik. Greve ortak çıkmayı ve grev yasağına karşı ortaklaşa direnmeyi önerdik. Bunu tarihsel bir sorumluluk olarak üstlendik.
Ancak gelinen noktada diğer sendikalardan bu konuda resmi yanıt gelmese de tüm metal işçileri bu çağrımızı destekliyor… 30 işyerinde 12 bin üyemizle almış olduğumuz grev kararını tüm metal işçileriyle beraber 2 Şubat tarihinde hayata geçireceğimizi, eğer bu grevimiz yasaklanırsa grev yasağını tanımayacağımızı sizlerin aracılığı ile bir kez daha kamuoyuna duyuruyoruz.”
2018 yılına girerken asgari ücret, taşeron işçi sorunu gündemin ön sıralarında yer aldı. Aynı dönemde, yeni silah sistemlerini almak için savunma sanayine aktarılacak ilave kaynağın muhtemelen 17-18 milyar lira olacağı hükümet yetkilileri tarafından dillendirilmiştir. Savunma ve güvenlik hizmetlerine bütçeden ayrılan pay yüzde 30 artırıldı. Geçim ile savaş arasındaki ilişki burada net değil mi? Bütçede tercih geçimden değil savaştan yanaydı.
Şimdi metal işçisinin çağrısı geçim derdinin çığlığıdır. O çığlığa sahip çıkalım.