GEZİ SAHNESİ
Gezi Parkı eyleminin siyasi kararların kişisel yaşam alanlarımıza müdahale görüntüsünü yaygınlaştırıp derinleştirerek, aynı anda kapitalizmin tüm hayatımıza ve toplumun geleceğine tehlikeli biçimde müdahalesine de tepkiye dönüştürülmesi gerekir.
Gezi direnişi bir sosyal tiyatro sahnesidir. Tiyatronun oyuncuları da, seyircileri de, çoğunlukta gençler olmak üzere, halkın bir bölümü, belki de Başbakan’ın yüzde 50’si dışındakilerdir. Başbakan’ı, bindirilmiş kıtalar halinde karşılayan halkın saldırganlığı ve vandallığına karşın, Gezi sahnesi bileşenleri sakin, sabahları jimnastiğini yapan, dans eden, imece usulü ile çevreyi temizleyen ve koruyan yapıcı ve yaratıcı halktır.
Gezi tiyatro oyununun sahnesi, siyasilerin davranışını değiştirmeye gayret ettikleri, fakat şimdilik siyasete müdahale etmedikleri alandır. Başbakan’ın üslubu ve bazı marjinal kararlar eleştirilirken, oluşum ve görüntünün tüm ekonomik arkaplanı henüz sahnelenememektedir. Bundan dolayıdır ki, büyük emekçi kesimleri, yaşadıkları tüm sıkıntılara rağmen, kısmi ikaz sinyalleri vermiş olmakla beraber, tüm süreçte fazla olayın içinde olamamıştır. Bu durumdan yararlanan bazı sosyologlar ise olayın siyasallaştığı sürece demokrasiden uzaklaşacağı tarzında, sistemin özünü koruyucu yaklaşımlar sergileyebilmişlerdir.
Oysa, demokrasi soyut ortamda tanımlanabilecek bir yönetim tarzı olmayıp, farklı siyasal ve onu da belirleyen farklı ekonomik yapılanmalarda farklılıklar gösterir. Gezi tiyatrosu oyuncuları, davranışları ve apolitik görüntüleriyle çelişkili ikili politik tavır sergilemekteler. Sahnede şimdilik bir yönü ile neoliberalizmin bireyselleştirme anlayışına karşın komünel birliktelik oluşturularak, piyasa süreci dışında paylaşımcı ortam yaratılmıştır. Ancak performans, diğer yönü ile de, neoliberal politika içinde kalmıştır. Şöyle ki, ekonomik işleyiş ve kararların giderek merkeze kayması, sermaye dışı emek ya da tüm ufak sermayenin büyük güçler tarafından ezilerek insan yaşamını tahrip etmesi gündeme getirilmeden, salt yürütülen siyasetin bir kişide toplanmasına ve bu kişinin davranış ve söylem tarzının da yüksek tonlu olması öne çıkarılmıştır.
Bilindiği üzere, neoliberal politikalar çerçevesinde, örneğin Friedman’ın dediği gibi fiziki müdahale dışında, ekonomik alanda her şey serbestçe icra edilebilir. Ulusal düzeyde, patron işçiyi sömürür, kriz bahanesiyle işten atar, iş kazası görüntüsünde onlarca işçinin ölümüne sebep olur, emekçiden tırtıkladığı kârlarla yatırım yapmak yerine, isterse yatla dünya turuna çıkar, vs… Uluslararası düzeyde ise bir ulusun çok değerli kamusal birikimi siyasilerce yabancılara peşkeş çekilir, mahkemelerin iptal kararları uygulanmaz, yandaşlara piyasalar açılarak türlü ihale ya da sair avantajlarla onlar abad edilir, sermayeye inanılmaz kamu avantajları sağlanır, bunlar yanında emekliler PTT kredisine muhtaç hale sokulabilir, vs. ama bunlar görülmez, çünkü bunlar iktisat içi operasyonlardır. Gezi Parkı eyleminin siyasi kararların kişisel yaşam alanlarımıza müdahale görüntüsünü yaygınlaştırıp derinleştirerek, aynı anda kapitalizmin tüm hayatımıza ve toplumun geleceğine tehlikeli biçimde müdahalesine de tepkiye dönüştürülmesi gerekir.
Kapitalizm altında ezilerek ayağa kalkanlar, yani emekçiler değil, ezenler, yani sermaye, sözcüğün tam anlamıyla, çapulcudur. Toplumun selameti açısından siyasi lider rolündekinin her şeye bireysel müdahalede bulunması ya da üslubu değil, müdahalenin içeriği önemlidir. Bir amaca yönelik her eylem politiktir. Gerici dincilerin nefret ettikleri 1980 darbesi sonrası yetişen neoliberal dönem gençliği şimdilik siyasi görüntü sergilememekle beraber, eylemin özü siyasidir. Ne var ki, 1980 darbesinin sol akımları ezmesi sonucunda, neoliberalizmin tek ve alternatifsiz doğal düzen (sistem değil) olarak algılanması nedeniyle hemen tüm rahatsızlıklar ve karşıt hareketler sistem içi, diğer bir deyişle sosyologlarca demokratik alanda kalmaya mahkum olmaktadır. Bu durum, yükselen emperyalizmin emri ile Türkiye’de uygulanan darbenin sağ kesime gümüş tepsi ile sunduğu armağandır. Büyüyen canavar ise, bugün dönmüş atasını ısırıyor!
Tiyatro oyuncularının sisteme dokundurma yapmadan özgürlüklerin genişletilmesini istemeleri, hangi alandaki özgürlüklerin hangi ortamlarda sağlanabileceği konusunun tartışılmasını gerektirir. Bu yapılmadan yürütülen tartışmalar, ekvator ortamında sarışın insan arzulamak kadar abestir. Siyasetin içkiye ya da yatak odalarımıza karışması özgürlük ve yaşam alanlarımızı sınırlamaktır. Bu doğru da, emek üzerindeki operasyonları nereye koyacağız? İçki ve yatak odası muhabbetlerini sisteme dokunmadan çözebiliriz, ya da Gezi Parkı düzenlemesini ileriye erteleyebiliriz. Emek üzerindeki baskıları da sisteme dokunmadan çözebilir miyiz? Görülüyor ki, iki farklı alandaki baskılama farklı politikaları gerektirmektedir.
Birinci alandaki sorunlar oyuncuların istediği yönde çözülüp ya da ertelenip toplumun rahatlatıldığı bir ortam, emekçilerin baskılanması konusunda siyasilerin elini rahatlatmış olmaz mı? O nedenle, bugünkü oyunculara ezilen, sömürülen emek ve işsizlerin de katılması aydınlık gelecek için elzemdir. Sosyologlar ve siyaset bilimciler, altyapıdaki ekonomiyi ihmal ettiği sürece, sisteme hizmet edercesine salt "sosyolojik fotoğraflarına" ya da "demokrasi" gibi afaki kavramlarla işi geçiştirmeye meyyaldirler. Ancak, her sosyolojik fenomenin altında ekonomik dürtü tortusu ve onu temsil eden siyasal eylem ya da misyon vardır.
Bu dokuların ihmal edildiği bir sosyolojik fotoğraf veri olarak değerlidir, fakat bu verilerin hiçbir analitik çözümleme niteliği yoktur. Analitik çözümleme niteliği taşımayan bir ifade ise oluşumun nedeni açıklayamayacağı gibi, yürüyüşte varılacak noktayı da gösteremez. Siyasilerin Gezi Parkı sürecini samimiyet ve anlayışla çözme yolunda adım atmak yerine, öfke tonunu yükseltmesi; rantın vazgeçilemeyecek kadar yüksek, hukuksal sorumluluğun ise endişe yaratacak boyutta vahim olduğu endişesi yaratmaktadır.