GÜZEL GÜNLERE DOĞRU
Türk-İş Genel Sekreteri ve Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, TEKEL işçilerinin direnişi karşısında, Bizi millet seçti. Ben yetim hakkı yedirtmem diyen Başbakan Erdoğan´ın eczacıya, hekime, işçiye, bakkala vBizi millet seçti onlar millet değil´ dediğini hatırlatarak soruyor: Peki bu milletin tarifini bir yapar mısınız? Kim bu millet
GÜZEL GÜNLERE DOĞRU
Türk-İş Genel SEKRETERİ ve Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, TEKEL işçilerinin direnişi karşısında, "Bizi millet seçti. Ben yetim hakkı yedirtmem" diyen Başbakan Erdoğan’ın eczacıya, hekime, işçiye, bakkala vBizi millet seçti onlar millet değil’ dediğini hatırlatarak soruyor: "Peki bu milletin tarifini bir yapar mısınız? Kim bu millet"
Aynı soruyu önceki gece Hayat Televizyonumun haber bültenine telefonla bağlanan Tek Gıda-İş Genel SEKRETERİ Mecit Amaç da sormuştu.
Soru gayet basit: Kim bu millet?
Bazen çok basit gibi görünen bir açıklama ya da bir soru, üzerine ciltler dolusu kitap yazılmış olan çok önemli gerçeklikleri, çok özlü ve yalın bir biçimde ifade eder.
AKP iktidara geldiğinden bu yana, Başbakan’a ya da AKP kurmaylarına yakın olanların, önceki mal varlıklarıyla şimdiki malvarlıkları açıklansın. Aradaki farkı görelim. Ek olarak, yandaş sermaye gruplarının AKP iktidarından önceki servetleri ile şu anki durumları açıklansın ve aradaki farkın da hangi iltimaslar, hangi kayırmalarla sağlandığını bir görelim, tartışalım.
Ya da, AKP iktidara geldikten sonra sermayenin gelirleri ile işçi ve emekçilerin gelir düzeyi nasıl bir hat izlemiş? Tüm bu gerçekler bize Başbakan Erdoğan’ın ‘Beni milletim seçti, ben yetim hakkı yedirtmem’ söyleminin bir demagojiden başka bir şey olmadığını çarpıcı bir biçimde gösterecektir.
Dahası Başbakan Erdoğan’ın bu tavrı aslında uzunca bir süredir kendisine yakın medya gruplarının ya da denetimde tuttuğu yayın organlarının öne çıkardığı AKP demokrasisi’nin ne mene bir şey olduğunu da gözler önüne sermeye yetecektir. Başbakan’ın ve hükümetinin TEKEL işçileri karşısında takındığı sınıf tavrı, sınıf inadı, onun demokratikleşme söyleminin de içeriğini ele vermektedir. Başbakan’ın seçim barajını kaldırmamak konusundaki ısrarı ile TEKEL işçileri karşısında 4c’de direnmesi aynı özden beslenmektedir: Partisel ve sınıfsal çıkar.
TEKEL işçilerine karşı tam bir sınıf inadı gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 yıl önce Refah Partisi İl Başkanı iken işçilerin eylemine destek verirken çekilmiş fotoğrafı da aynı gerçeği destekleyen bir karedir. 20 yıl önce Refah Partisi İstanbul İl Başkanı görevindeyken; Basın-İş’e bağlı Darphane ve Damga Matbaası işyerinde grev yapan işçileri ziyaret eden Erdoğan, o zamanki konuşmasında "Ülkemizde işçiler, kira bile ödeyemeyecek zorluklar içinde. Böylesine haklı mücadelenin yanında olmak inancımız gereğidir" ifadelerini kullanmıştı. Grevin 27. gününde işçileri ziyaret eden ve grev gözcüsü önlüğü giyen Erdoğan işçilerin anı defterine de şunları yazmıştı: "Ülkemizde özellikle 1980 sonrası hükümetler işçi haklarına, insan onuruna yakışmayacak şekilde ilgisiz kalmaktadır. Alın teri kutsallığını yitirmiştir. Ülkemizde işçiler kira ücretlerini dahi ödeyemeyecek zorluklar içerisinde kıvranmaktadır. Bu zulme son verene kadar haklı ve kararlı mücadelelerin yanında olmayı inancımızın bir gereği olarak bir görev telakki ederiz."
Bu tutum ve bu ifadeler, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, muhalefetteyken TEKEL işçilerini desteklediklerini belirtip, onları iktidara karşı alanlara çağırmasına ne kadar benziyor değil mi?
Eğer TEKEL işçilerinin direnişi vesile olmasa idi, arşivler karıştırılarak bu gerçekler gündeme taşınabilir miydi? Elbette ki, hayır. Bu da TEKEL işçilerinin direnişinin bir başarısıdır.
Yarın işçi ve memur konfederasyonlarına üye emekçiler, AKP iktidarının TEKEL işçilerine 4-c’yi dayatması ve emek düşmanı politikalarına karşı tüm yurtta genel greve gidecekler.
Bu, ‘Beni milletim seçti, onlar değil’ diyen Başbakan’a milletçe verilmiş bir yanıt da olacak.
Bu işçi ve emekçi direnişinin AKP iktidarının altındaki zemini nasıl da aşındırdığını yarın herkes daha net görecek.
Bu sürecin sağladığı birikim, değerli Hocamız ve Yazarımız Cem Somel’in de son yazısında işaret ettiği, buna uygun yönetim biçimlerinin tartışılmasının da zeminini oluşturuyor.
Kriz süreci kapitalist dünyaya Marks’ı bir kez daha hatırlatırken, ülkemizde işçi ve emekçilerin dipten gelen bir dalga gibi kendilerini daha fazla hissettirmeleri, sömürüşüz bir Türkiye, halkçı bir iktidar ve giderek de sosyalist bir düzen özlemini yeniden güncelleştiren gelişmelerdir.
Bu söylediklerimiz sınıfın doğrudan politik olmayan eylemlerini küçümseyen küçük burjuva sosyalistlerini yerinden zıplatıp onlara ‘şimdi TEKEL işçilerinin eylemi sosyalizmi mi getirecek?’ dedirtebilir. Biraz derinliği olanlar dediğimizin o anlama gelmediğini anlayacak ve sosyalist bir dünya mücadelesinde böylesi birikimlerin küçümsenemez değerde olduğunu da kavrayacaklardır.
KAYNAK: GÜNLÜK EVRENSEL