HEPİMİZ İŞÇİLEŞİRKEN
Ocak ayında ikisi çocuk üçü kadın en az 62 işçinin hayatını kaybettiği haberi, sıradan istatiksel bilgiden farksız algılandığından ekranlarda piyasalara ayrılmış alt yazılara bile girememişti.
Ocak ayında ikisi çocuk üçü kadın "en az" 62 işçinin hayatını kaybettiği haberi, sıradan istatiksel bilgiden farksız algılandığından ekranlarda piyasalara ayrılmış alt yazılara bile girememişti.
Çünkü sonraılkemaloglu dan görme kapitalist akıl ve şark kurnazlığının yönetimindeki çalışma hayatımızda, işçi ölümlerini "ecele" tahvil ederek işletme maliyetini düşürmek ve hatta kaydını tutmamak meşruydu.
Kaçak tüplerle dolu işyerleri patladığında, yerin dibinde grizu ölçüm cihazı olmayan galeriler göçtüğünde, emniyet askısı olmayan, iskeleleri çöken pahalı inşaatlardan düşerek ölenlerin SGK’ın istatiksel kayıtlarına "iş kazası" diye girme şansları pek olmazdı.
Devlet kayıtsızlığı, ekonomimize büyük getirişinden ötürü kayıt dışı çalıştınlmalanna göz yumduğu insanlann ölümlerini de sayamazdı.
Ya da kot kumlama atölyelerinde önce ciğerleri, sonra hayatları sönerek 50. kurbanını alan silikozisin "meslek hastalığı" olduğunu telaffuz etmekte sıkıntı yaşardı.
Ocak ayında 62 işçinin öldüğü raporu sunan istanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Kırıkkale’de meydana gelen patlamada ölen işçilerin sayısının üç mü dört mü olduğu tereddüdü yaşandığını söylüyordu.
Tabii ki denetimsiz, ruhsatsız ve hatta iskansız işyerlerinde yaşanan toplu işçi kıyımları adına adalet aramaya kalkıştığınızda "işçinin ölüsüne de dirisine de" kör kör bakan hukuk sistemine saplanıp kalırdınız.
21 kişinin öldüğü 110 kişinin yaralandığı İstanbul Davutpaşa patlaması 4. yıla, 20 kişinin öldüğü ve 53 kişinin yaralandığı Ostim ve İvedik patlamaları 1. yılına girerken daha bölgenin hangi idari ve mülki makamın denetimine tabi olduğu, kimin yetki bölgesinde yer aldığı muğlaklaşır ve resmi failleri katiyen mahkemeye getirilemezdi. >
Çünkü gecekondu kapitalizmine yuvalık yapan çalışma hayatımız, Batı’dan arak yeni istihdam modelleri, Arap ve Afrika ülkeleri takipçisi sendikal haklar ve sermayenin ilkel birikim modelinin koruyucusu despotik îşkanunlanndan müteşekkildi.
Ayrıca hükümetin bütün dikkati Türkiye’yi Avrasya’nın en ucuz ve güvencesiz iş gücü pazarı haline getirerek ve "bakın bizde de maliyet siz iş gücü var" diye yabancı yatırımcı çekme peşindeydi.
Üstelik dünyada kaç ülkede ekonomi yüzde 26 büyürken reel asgari ücret yüzde 4 artıyordu ve sendikal hakların gelişmişliğini yeni sömürge Afrika ülkeleriyle paylaşıyordu?
Hummalı çalışmalarla düzenlemeleri tamamlayan örgütsüz, güvencesiz istihdam modelleri hazırlanmıştı.
Sendikaları köşeye sıkıştırarak "temizleyecek" yüzde 3’lük iş kolu barajı Çalışma Bakanlığının kıdem tazminatını kaldırmak için sendikalara karşı en güçlü kozuydu.
Zaten 9 milyon çalışanın yüzde 5’inin toplu sözleşme hakkını, "grev yapmayı" yasaklayarak "yok edecek" Toplu İş Kanunu Meclis’e gelmişti.
Ve bölgesel asgari ücret yine "istihdamda büyük reform" gibi sunularak, küresel sermayeye yeni "canlı kaynak aktarımının" yasal çerçevesi de tamamlanıyordu…
Şunu da eklemeliydik ki; eğer siz doktor, mühendis, finansçı tüm beyaz yakalılar bu örgütsüz, güvencesiz,sessiz kitlenin içinde yer almadığınızı düşünüyorsanız fena halde yanılıyordunuz…