İKİNCİ YÜZYILIN İKTİSAT KONGRESİ İŞÇİ GRUBU TOPLANTISI SUNUMU
Tekgıda-İş Sendikası “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi” hazırlık çalışmaları kapsamında, 5 Ekim 2022 günü İzmir’de gerçekleştirilen İşçi Grubu toplantısına, Türkiye’de işçilerin ve sendikaların sorunlarına ilişkin ayrıntılı bir rapor sundu ve ayrıca sorulan soruları yanıtladı.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Tekgıda-İş Sendikası, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye İktisat Kongresi’nin 100. yıldönümü vesilesiyle 2023 yılı Şubat ayında düzenlenecek olan İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi hazırlık çalışmaları kapsamında, 5 Ekim 2022 günü İzmir’de gerçekleştirilen İşçi Grubu toplantısına, Türkiye’de işçilerin ve sendikaların sorunlarına ilişkin ayrıntılı bir rapor sundu ve ayrıca sorulan soruları yanıtladı. Bu rapor aşağıda sunulmaktadır:
1927 Sanayi Sayımı’na göre, Türkiye’de dört ve daha fazla kişinin çalıştığı işyerlerinde toplam 165.886 kişi bulunuyordu. Bu kişilerin 10.941’i işveren, 7817’si büro çalışanı, 147.128’i mavi yakalı işçiydi. İşçilerin 22.684’ü 14 yaşın altındaydı.
TÜİK’in tartışmalı istatistiklerine göre, 2022 yılında Türkiye’de yaşamını işgücü satışıyla kazanan işçiler, memurlar ve sözleşmeli personelin sayısı 21,6 milyondu ve bu kişilerin gelir getirici bir işte çalışanlar içindeki oranı yüzde 70,2 idi. TÜİK verilerine yansımayan işçiler de dikkate alındığında, Türkiye’de gelir getirici bir işte çalışanlar içinde ücretlilerin oranının yüzde 80’e yaklaştığı söylenebilir.
İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, ücretlilerin mutlak sayısının ve gelir getirici bir işte istihdam edilenler ve toplam nüfus içindeki oranının çok yükseldiği ve artmaya devam ettiği koşullarda toplanmaktadır. Evlerde uzaktan çalışanlar, kaçak işçiler, işsizler ile işçi ve memur emeklileri de dikkate alındığında, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal geleceğinde işçi sınıfının etkisi ve rolü, 1923 yılındakinin çok çok üstündedir ve belirleyici niteliktedir.
İŞÇİLERİN TEMEL DEMOKRATİK TALEPLERİ
Günümüzde işçi statüsünde istihdam edilenlerin temel sorunları ve talepleri şunlardır:
Türkiye’de sendikal hak ve özgürlükler (örgütlenme, toplu pazarlık, grev ve eylem hakları) hâlâ 12 Eylül Darbesinin izlerini taşımaktadır. Anayasamızda 2004 yılı Mayıs ayında yapılan değişiklikle, onaylanmış insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere doğrudan uygulanırlık kazandırılmıştır. İlgili hüküm şöyledir:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 87 sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması Sözleşmesi’ni ve 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı İlkelerinin Uygulanması Sözleşmesi’ni onaylamıştır.
Türkiye tarafından onaylanmış bulunan 87 ve 98 sayılı ILO Sözleşmeleri ile çelişen iç mevzuat hükümleri YOK hükmünde olmakla birlikte hâlâ uygulanmaktadır. Bu çelişki giderilmeli, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engeller uygulamada da kaldırılmalıdır.
Toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından değil, tarafların temsil edildiği bağımsız bir organ tarafından belirlenmelidir.
İşyerinde veya işletmedeki işçiler adına toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi, yargının denetim ve gözetimi altında gizli oy – açık sayım biçiminde gerçekleştirilecek referandumla belirlenmelidir.
Toplu pazarlık sürecinin 60 günle sınırlandırılması kaldırılmalıdır.
Onaylanmış ILO Sözleşmelerine ilişkin belgelerde açıkça ifade edildiği üzere, barışçıl olmak koşuluyla, genel grev, dayanışma grevi, işyerinde iş yavaşlatma, işyeri işgali, hak grevi gibi eylemler serbest olmalıdır.
Cumhurbaşkanının grev erteleme yetkisi kaldırılmalıdır.
Türkiye’de işçilerin hak arama mücadelesinde en önemli engel, yargıya başvurmanın çok pahalı olması ve yargılamanın yasada öngörülen sürelerin çok üzerinde sürmesidir. Mahkeme harçları düşürülmeli, yargılama süreci hızlandırılmalıdır.
Türkiye’de Atatürk döneminde uygulanan biçimiyle devletçilik, halkçılık ve planlı ekonomi hayata geçirilmelidir. Yargı kararları hiçe sayılarak özelleştirilmiş işletmeler kamuya iade edilmelidir.
Yüksek Hakem Kurulu’nun yapısı demokratikleştirilmelidir.
Yerli ve yabancı kaçak işçilik önlenmelidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve SGK müfettişlerinin sayısı ve yetkileri artırılmalıdır.
9.8.2002 gün ve 4773 sayılı İş Güvencesi Kanunu ile 10 ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran işyerlerindeki işçiler iş güvencesi kapsamına alınmıştı. AKP iktidarında 22.5.2003 gün ve 4857 sayılı İş Kanunu ile 30 ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran işyerlerindeki işçiler iş güvencesi kapsamına alınarak, 10-29 işçi çalıştıran işyerlerindeki işçiler iş güvencesi kapsamı dışına çıkarıldı. 4773 sayılı Kanundaki düzenleme geri getirilmelidir.
Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmesi’ni onaylamıştır. 4857 sayılı Yasanın 25/II maddesinde yer alan ahlak ve iyi niyet kurallarına uymama durumlarından işe devamsızlık ve işe alkollü gelmek gibi düzenlemeler bu Sözleşmeye aykırıdır. Sözleşmeye uygunluk sağlanmalıdır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 94 sayılı Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi Türkiye tarafından onaylanmıştır. Bu Sözleşmeye göre, kamudan ihale alan şirketler, çalıştırdıkları işçilere, sendika üyesi olmasalar dahil, işkolunda geçerli toplu iş sözleşmesi hükümlerini uygulamak zorundadır. Günümüze kadar uygulanmayan bu zorunluluk uygulanmalıdır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Türkiye tarafından onaylanan 135 sayılı İşçi Temsilcileri Sözleşmesi’nde işçi temsilcileri için özel bir güvence getirilmektedir. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasasının 24. maddesi, yalnızca işyeri sendika temsilcileri ve işyerinde çalışmaya devam eden yönetim kurulu üyeleri için, bu görev süreleriyle sınırlı bir güvence getirmektedir. ILO Sözleşmesi, işyerinde seçilen diğer işçi temsilcileri için de, görev sürelerinin sona ermesinden itibaren belirli bir süre için de geçerli olacak biçimde güvence sağlanmasını gerektirmektedir. Bu zorunluluk yerine getirilmelidir.
Taşeron işçiliği, fason üretim, eve-iş-verme gibi uygulamalar sınırlandırılmalı ve bu konuda yürürlükteki mevzuatta yer alan hükümler uygulanmalıdır.
“Geçici iş ilişkisi” adı altında uygulanan kiralık işçilik engellenmelidir.
Denkleştirme engellenmelidir.
İşsizlikle etkili bir biçimde mücadele edilmelidir.
İşsizlik ödeneğinden yararlanma koşulları, işsizlik ödeneğinin miktarı ve ödeme süresi işçi lehine değiştirilmeli, işsizlik sigortası fonunun başka amaçlarla kullanılması engellenmelidir.
Liselerde ve özellikle endüstri meslek liselerinde işçi hakları konusunda ders verilmelidir.
Staj ve çıraklık dönemindeki çalışma, yaşlılık aylığına hak kazanma açısından dikkate alınmalıdır.
Emeklilikte Yaşa Takılanların talepleri, SGK’nın mali durumu da dikkate alınarak, karşılanmalıdır.
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yönetimi demokratikleştirilmeli, 12 Eylül Darbesi öncesinde olduğu gibi, işçilerin, memurların, kendi hesabına çalışanların, emeklilerin ve SGK çalışanlarının etkin ve uygun bir şekilde temsili sağlanmalıdır.
Hava İş Kanunu ve Tarım İş Kanunu kabul edilmelidir.
İşyerlerinde işçilere imzalatılan bireysel iş sözleşmeleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetiminden geçirilmeli, yasalara aykırı düzenlemeler geçersiz kılınmalıdır.
12 Eylül Darbesi öncesinde geçerli olan işkolu toplu iş sözleşmesi uygulaması yeniden getirilmelidir.
Meslek hastalıkları konusunda devletin televizyon kanallarında ve orta öğretim kurumlarında eğitim yapılmalı, iş kazaları konusunda duyarlılık geliştirilmelidir.
Ekonomik ve Sosyal Konsey, taraflar arasında etkin bir diyalog mekanizması olarak işletilmelidir.
İŞÇİLERİN TEMEL EKONOMİK TALEPLERİ
Gerçek ücretleri sürekli olarak aşındıran enflasyon kontrol altına alınmalıdır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ücretlerin ve aylıkların belirlenmesinde temel veri olarak kullanılan Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) gerçekliği yansıtmamaktadır. TÜFE’nin gerçekleri yansıtmayan düşük düzeyi, (1) asgari ücreti, (2) işyerlerinde uygulanan ücret ve ücret zamlarını, (3) memur ve sözleşmeli personelin aylıklarını ve (4) emekli-dul-yetim aylıklarının belirlenmesinde temel alındığında, bu kesimler için ciddi bir gelir kaybına yol açmaktadır.
TÜFE, işçilerin, memurların, işverenlerin, emeklilerin ve siyasal iktidarın temsilcilerinden oluşan bağımsız bir kurum tarafından belirlenmelidir. İşçiler için uygulanacak TÜFE, işçilerin tüketim kalıbı dikkate alınarak hazırlanacak madde ağırlıklarına göre belirlenmelidir.
Temel tüketim mallarında devlet tarafından sübvansiyon uygulanmalıdır.
İşçi ücretlerinden yapılan gelir vergisi kesintileri, özellikle yüksek oranlı enflasyonun yaşandığı koşullarda, işçinin eline geçen net ücret oranının düşmesine yol açmaktadır. Ücretlerden kesilen gelir vergisi, ilgili mevzuattaki indirimden sonra, yüzde 10 düzeyinde sabitlenmelidir.
İşçi ücretlerinden kesilen yüzde 14 oranındaki sigorta primi, 12 Eylül Darbesi öncesindeki düzey olan yüzde 12’ye indirilmelidir.
Yaşlılık aylığına hak kazanma koşulları ve yaşlılık aylığı bağlama oranları, uluslararası standartlar, Türkiye’deki hayat pahalılığı ve 12 Eylül Darbesi öncesindeki uygulama dikkate alınarak, sigortalılar yararına yeniden düzenlenmelidir.
Türkiye’de asgari ücret tek bir işçinin yalnızca gıda ihtiyaçları dikkate alınarak hesaplanmaktadır. Tarihimizde bu uygulamanın tek istisnası, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun 29.12.1977 ve 31.1.1978 tarihli kararlarıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 29.12.1977 günlü toplantısında “asgari ücretin tespitinde çocuk faktörünün de nazara alınmasına, işveren temsilcilerinin karşı oyları ve Ticaret Bakanlığı temsilcisinin çekimser oyuna karşı ekseriyetle” karar verdi. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun 31.1.1978 günlü toplantısında da tarım işçileri için asgari ücret belirlendi. “Asgari ücretin tespitinde çocuk faktörünün de dikkate alınmasına, işveren temsilcileri ile Türkiye Ziraat Odaları Birliği temsilcisinin karşı oyları sonucu oy çokluğuyla” karar verildi.
Asgari ücret tespit komisyonu demokratik bir yapıya kavuşturulmalı, asgari ücretin belirlenmesinde dört kişilik bir ailenin insanca bir yaşayabilmesi için gerekli olan tüketim kalıbı esas alınmalıdır.
Eğitim ve sağlık hizmetleri, devlet tarafından parasız olarak ve kullanıcı katkıları asgari düzeyde tutularak, sağlanmalı; bu alanlarda öğrenciyi ve hastayı “müşteri” olarak gören ve bu hizmetleri kârını azamileştirme anlayışıyla sunan özel sektör yaklaşımı engellenmelidir.
12 Eylül Darbesi’nin kalıntılarından biri de kıdem tazminatına getirilen tavandır. 12 Eylül 1980’in hemen öncesinde kıdem tazminatında herhangi bir tavan yokken, Darbe sonrasında hemen 17.10.1980 gün ve 2320 sayılı Kanunla “kıdem tazminatının yıllık miktarı günlük asgari ücretin 30 günlük tutarının 7,5 katından fazla olamaz” düzenlemesi getirildi. 10.12.1982 gün ve 2762 sayılı Kanunla da “kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuruna 5434 sayılı T.C.Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemez” hükmü kabul edildi. Bu tavan günümüzde geçerlidir. Kıdem tazminatındaki tavan kaldırılmalıdır.
12 Eylül Darbesi’nin kalıntılarından bir diğeri, toplu iş sözleşmelerinde yer alan ikramiyeye ilişkindir. 4.7.1956 gün ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması hakkında Kanunda 17.4.1981 tarihinde 2448 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, ikramiyelere tavan getirildi: “Ek Madde 1. Bu Kanun uyarınca işçilere yapılan ilave tediyelerden ayrı olarak, her yıl için her biri bir aylık istihkakları tutarını (hafta ve genel tatil ücretleri dahil) geçmemek şartıyla toplu iş sözleşmeleri ile en çok iki ikramiye daha verilebilir.” “Ek Madde 2. 6772 sayılı Kanun kapsamı dışında kalan işyerlerinde çalışan işçilere toplu iş sözleşmeleri ile en çok dört, münhasıran yer altında çalışan işçilere en çok beş ikramiye ödenebilir.” İkramiyeler konusundaki bu kısıtlama kaldırılmalıdır.
ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergi oranları, ücretlilerin temel ihtiyaçlarında büyük ölçüde azaltılmalıdır.
Ücretlilerin kredi kartı ve tüketici kredisi borçlarında faizler düşürülmeli, borçlar yeniden yapılandırılmalıdır.
DİĞER SORULAR
1-Ekonomik demokrasinin ilkeleri işçilerin iş ve kazanç koşullarının iyileştirilmesi için nasıl kullanılabilir? İşçiler çalıştıkları yerin yönetiminde nasıl söz hakkı elde edebilir?
1970’li ve 1980’li yıllarda yönetime katılma konusu gündemde önemli bir yer tutuyordu. Çok sayıda işçi çalıştıran kamu kurum ve kuruluşlarının yönetim kurullarında, diğer üyelerle aynı haklara sahip bir işçi üye bulunurdu. Benzer uygulamalar geliştirilebilir.
12.3.1964 gün ve 440 sayılı İktisadi Devlet Teşekkülleriyle Müesseseleri ve İştirakler Hakkında Kanun’un 8. maddesinde şu ifade yer alıyordu:
“Sanayi, tarım ve ulaştırma alanlarında çalışan teşekküllerden geniş ölçüde işçi çalıştıranların yönetim kurullarında bir işçi üye bulunur. Yönetim kurulunda işçi üye bulunacak teşekkül, teşekkülün özel kanununda belirtilir, işçi üye, bu görevi devam ettiği sürece ücretsiz izinli sayılır. İşçi üyenin şekli tüzükte gösterilir.”
2-Kadın erkek işçi sayısının birbirine eşitlenmesini sağlamak için ne gibi tedbirler alınabilir?
Kadın işçi istihdamı konusunda pozitif ayrımcılık yapılmalı, İş Kanununun 74. maddesinde ve ilgili yönetmeliklerde kadın işçilere tanınan haklar genişletilmeli ve kadın işçiler bu konuda bilgilendirilmelidir.
3-Sermaye grupları ve işçi kuruluşları arasındaki doğrudan diyalog güçlendirilebilir mi? Bunun yöntemleri nelerdir?
İşçi ile işveren arasında diyalog kanallarını güçlendirmenin farklı düzeyleri vardır. Ulusal düzeyde bu diyalog, öncelikli olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey’de geliştirilebilir. Ayrıca, işçiler ve işverenler arasında sendikalaşma düzeyinin artırılmasıyla birlikte, işkolu düzeyinde, bölge düzeyinde ve işyeri düzeyinde diyalog mekanizmaları kurulabilir ve karşılıklı iyi niyete dayalı olarak etkili bir diyalog geliştirilebilir.
Anayasanın bu konudaki düzenlemesi şöyledir: “Madde 166: Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında Cumhurbaşkanına istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir.” Ancak Ekonomik ve Sosyal Konsey son olarak 5 Şubat 2009 günü toplandı.
4-Çalışma, yer ve süre koşulların iyileştirilmesi ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişki nedir? Bu koşulların iyileştirilmesi için hangi orta ve uzun vadeli hedefler konmalıdır?
İşçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, üretkenliği ve verimliliği artıracaktır. İşçilerin işyerlerinde geliştirilecek diyalog mekanizmalarına etkili bir biçimde katılımıyla, ekonomik kalkınma amacına katkıda bulunulacaktır.
5-İşçi örgütlerinin Türkiye’nin makro ekonomik politikalarının belirlenmesine katkısı nasıl geliştirilebilir?
İşçi örgütlerinin Türkiye’nin makro ekonomik politikalarının belirlenmesine katkılarda bulunmalarının öncelikli platformu, verimli ve etkili bir biçimde çalışan Ekonomik ve Sosyal Konsey’dir. Ayrıca, Türkiye İstatistik Kurumu ve Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı gibi birimlerde işçi örgütlerinin temsili, bu katkıyı daha etkili hale getirecektir.
6- Türkiye işçileri ile dünya işçileri arasında bağlar nasıl güçlendirilir? Dünya işçi örgütleriyle dayanışma ve eşgüdüm Türkiye ekonomisinin gelişimini destekler mi?
Türkiye’deki işçi ve kamu çalışanı (memur ve sözleşmeli personel) sendikaları, Uluslararası Sendika Konfederasyonu (ITUC – International Trade Union Confederation), Avrupa Sendika Konfederasyonu (ETUC – European Trade Union Confederation), Küresel Sendika Federasyonları (Global Union Federations) ve Avrupa İşkolu Federasyonlarına üyedir. Ancak bu uluslararası örgütlerde gelişmiş ülkelerin sendikaları etkilidir ve gerçek anlamda bir uluslararası işbirliği, dayanışma ve yardımlaşmadan söz etmek mümkün değildir. Bu örgütler ile dayanışmanın Türkiye ekonomisinin gelişimine bir katkı bulunması olasılığı çok düşüktür.