Halk arasında durup dururken sorun çıkaranlar için ”Rahat battı mı?” derler. Son on yıldır bütün dünyada demokrasi kaybetti. Hukukun üstünlüğü kaybetti. İnsan hakları ve demokratik özgürlükler kaybetti. Bunun nedeni rahatın batması mı? Yoksa küreselleşme tuzağı mıdır?
Küresel sürecin getirdiği sömürü düzeni yoksulluk ve çaresizlik insanlarda sığınmak ihtiyacı, biat kültürü ve bir teslimiyet yarattı. Biat kültürünü kullanan kurnaz politikacılar, kendi dikta rejimlerini çok kolay kurdular.
Birçok İslam ülkesi de laik düzenden şeriat düzenine geçti. Son otuz yıldır Arap ülkeleri, İran, petrol gelirlerini kendi toplumlarının refahı harcamıyor, biat kültürünü, Siyasi İslam’ı ve mezhep çatışmalarını desteklemek için harcıyor. Neden?
Demokrasinin geleceğini nasıl kurtarırız?
‘Homo Sapiens: Hayvanlardan Tanrılara’yı yazarı Yuval Norah Harari, 2018 Ocak ayında Davos’ta yaptığı bir sunumda, daha ileri gidiyor ve ”bir zaman sonra insanlar bağımsızlıklarını, bağımsız düşüncelerini kaybedecekler. Dünyayı bilgi sistemini ele geçirecek olan belirli bir azınlık grubu yönetecek.” diyor.
İkinci Dünya Harbi, insanların aklını başına getirmişti. Restorasyon döneminde sosyal politikalar öne çıktı. Ülkelerin ve insanlığın kalkınması, gelişmesi tartışıldı. İnsanlık toparlanınca, bu defa küresel süreç başladı. 1990’larda birçok akademisyen, birçok düşünür, dünyada iki şeyi engellemek mümkün değildir; ”Küreselleşme ve özerk yönetimler” diyordu.
Bu kulvarda belirli bir yol alındı. Ancak kalkınma ve gelişme unutuldu, varsa da yoksa da büyüme konuşulmaya başlandı. Aynı şekilde tüm medya yalnızca finansal yatırım haberleri ve yorumları yapmaya başladı. Son yıllarda bir de kripto paralar çıktı. Dünya açık bir kumar masasına dönüştü. Oysa ki toplumların en fazla yüzde beşi bu kumar masasında idi. Reel sektör kaderine terk edilmişti. Toplumun yüzde 95’i, kendini kurtarma ve karın doyurma peşindeydi.
Küreselleşmenin getirdiği bu olgu, gelir dağılımını bozulmasına, dünyada cari açık verip fakirleşen ülkelerle, cari fazla verip zenginleşen ülkeler yarattı. Aynı ülke içinde gelir dağılımı bozuldu.
Geleceğini, potansiyel imkânlarını bugünden tüketen toplumlardan birisi de Türkiye oldu. Çünkü 2003-2017 arasında geçen 14 yılda dış ekonomik ilişkilerden dolayı 553 milyar dolar cari açık verdi. Bu cari açık yatırım malı ithalatı için olmadığından, doğrudan ülke kaynaklarının kaybı ve potansiyel kaynaklarımızın bugünden kullanılması demektir.
Küreselleşme sürecinden önce ekonomik sorunların ilk sırasında ülkelerin kalkınması yer alıyordu. Küreselleşme her şeyi maddi göstergelere indirgedi. Cari açık veren, sermaye piyasası spekülatif kazançlar sağlayan ülkelere karşı spekülatif sermaye heyecanlandı ve bunlara yükselen ülkeler dedi. Ne var ki bu ülkelerin çoğunda fakir sayısı arttı, sosyal göstergeler kötüleşti ve maalesef başta Türkiye olmak üzere birçok yükselen ekonomi, otokrasinin tuzağına düştü.
Maalesef küreselleşme sorunları ve kumar dünyasının kafa karışıklığı, bütün dünyada siyasi kutuplaşmayı artırdı. Türkiye’de bu kutuplaşma Cumhuriyet tarihinin en ağır riski haline geldi.
Dünyada bu çıkmazı görenler toplumsal refah ve huzur için artık ekonomide yalnızca büyümenin yetmediğini anladılar. İktisadi kalkınmayı ve insani gelişmeyi de tartışmaya başladılar.
Ben 2013 yılında, ”Küresel Süreçte Ulusal Kalkınma”yı bu istikamette yazdım.
1990 yılından beri Birleşmiş Milletler (UNDP)nin yapmakta olduğu ”İnsani Gelişme Endeksi” de 2017’de artık kalkınma kriterleri içine girdi.
2018 Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda, kalkınma sorunu kapsayıcı kalkınma endeksi (İnclusive Develeopment İndex) tanımı yapıldı. Bu endekse göre kalkınma tek başına büyüme ile değil, artı geliştirdiği on bir adet sosyal göstergeye göre değerlendiriliyor.
İnsanlık adına herkesin atması gereken en büyük adım demokrasiye sahip çıkmaktır. Biat kültürü ve teslimiyetten ancak demokrasi ile kurtulabiliriz.