Ülkemizde iş sözleşmesine dayalı olarak çalışan yaklaşık 14 milyon insan var ve bunların, en iyimser tahminle, ancak bir milyonu sendika üyesi olarak çalışma yaşamını güvence altına alabilmiş.
Özcan Şen, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığından emekli değerli bir sınıf arkadaşım. Atatürkçü, devrimci bir dost. Emeklilik günlerinde, dostlarına WhatsApp’tan gönderdiği aydınlatıcı mesajlarla, laik, demokratik cumhuriyete inancını pekiştirmeye çalışıyor. Son gönderdiği video bir harıkaydı. 01 plakalı bir arabanın arka camına yazılmış bir yazıyı gösteriyordu: “Kaskom yok ama muskam var”. Bu cümle Türk zekasının ve espri anlayışının çok güzel bir yansımasıydı. Verilmek istenen mesaj dinin teknolojinin önünde geldiği anlamını taşıyordu. Muska, kaskonun sağlayacağı güvenceden fazlasını verir ve olası kazaların önlenmesini, kişiyi ve arabasını her türlü tehlikeden korunması için en etkili araçtır demek isteniyor. Bu bana ülkemiz işçilerinin güvencesiz çalışma yaşamını bir kere daha hatırlattı.
SENDİKA İŞÇİNİN ZIRHIDIR
Ülkemizde iş sözleşmesine dayalı olarak çalışan yaklaşık 14 milyon insan var ve bunların, en iyimser tahminle, ancak bir milyonu sendika üyesi olarak çalışma yaşamını güvence altına alabilmiş. Geriye kalan 13 milyon işçinin kaderi işverenin iki dudağı arasına sıkışmış durumda. İşverenler sendikasız işçinin kendilerine daha yararlı olacağına inanırlar. İşte bu yüzden ülkemizde işverenlerimiz büyük bir çoğunlukla işçilerin sendikalaşmasına, Çalışma Bakanlığı ise özgür sendikacılığa karşıdır. Böyle olunca çalışanların büyük çoğunluğunun yasal haklarını kullanması, gerektiğinde yargı yoluna başvurması çok zorlaşıyor. Böyle durumlarda sendika güvencesinden yoksun, işverenin karşısında tek başına durmak zorunda kalan işçinin çalışma yaşamı insanlık onuruna yakışan bir yaşam olabilir mi? Mümkün değil. Çaresizlik denizinde yüzen milyonlarca işsizin yanında iş bulmuş bir işçiyi işverenler çok şanslı olarak kabul ediyor. Bu nedenle onların çalışma koşullarını iyileştirmek konusunda çok isteksiz davranıyor çünkü biliyor ki çıkaracağı bir işçinin yerine yüz işsiz fabrika kapısında bekleyecektir.
SENDİKASIZ İŞÇİNİN TEK GÜVENCESİ MUSKA
İşçilerimizin dinsel inançları güçlüdür. Tüm sorunlarını Allaha havale etmekten ve ondan yardım istemekten çekinmezler. Allahın her dertlerine deva olacağına yürekten inanırlar. İnanmak güzel bir şeydir ve bu nedenle çok işçinin muska taşıdığını da bilirim. Muska işçinin kaskosu gibidir. İşçiye yaşamının tehlikelerden uzak geçeceği konusunda ona güvence verir. İşçilerin muskalarına duydukları güven bir sendikaya duyabilecekleri güvenin kat kat üstündedir. Bu nedenle sendikalaşma konusunda büyük bir mücadele vermeye gerek duymazlar. Muskalarının onları sendikadan daha iyi koruyacağına inançları tam olduğundan ülkemizde işçilerin sendika üyesi olma oranı çok düşüktür. Oysa hayatın gerçekleri muskada yazılı kargacık-burgacık yazılardan çok farklıdır.
İŞÇİNİN GÜCÜ SENDİKASI İLE BÜYÜR
Sendikalar işçinin çalışma ve sosyal yaşamının en büyük güvencesidir. Güçlü sermayenin karşısında ancak sendika çatısı altında örgütlenerek güç kazanır. Edilgen değil etkili bir duruma gelir. Sendika yöneticilerinin işçilerin örgütlenmesi için yeterli çalışma yaptığı söylenemez. Tekgıda-İş Sendikası’nın değerli Genel Başkanı Mustafa Türkel bu konuda çok başarılı çalışmalar yapıyor. Sosyal medyayı ustalıkla kullanıyor. Her gün Facebook’ta yayınladığı mesajlarla işçilere sendikanın önemini anlatmaya çalışıyor. Başarılı da oluyor. Bu çalışmasının sendikasının üye sayısının artışına yansıdığı açıkça görülebilmektedir. Bu konuda önemli bir görev de Türk-İş ve DİSK yöneticilerine düşmektedir. Konfederasyonlar yazılı ve görsel medyayı kullanarak, fabrika önlerinde bildiri dağıtarak işçiyi sendikalaşmaya özendirmelidir. Sendikaların güçlenmesi demokrasinin de güçlenmesi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Siyasi partilerde emekçi kesimlerle yakın ilgi kurarak işçilerin sendikalaşmasına katkıda bulunmalıdır. Güçlü bir demokratik ortam en çok onların yararına olacaktır.