Genel çizgileri ile İslam’da ekonomik anlayış, din ve inanç anlayışına uygun olarak ve insani değerleri ön planda tutuyor. İslam ekonomi anlayışının, insana ve rekabete önem veren kuralları olmakla birlikte, bu günkü global Dünya’da böyle bir anlayış içinde ekonomi yönetmek imkanı çok sınırlıdır.
Özellikle iktisat ve para politikalarının önemli bir aracı olan ‘’ Faiz’’in olmadığı bir piyasa ekonomisi veya uygulanabilir bir iktisat politikasının olması mümkün değildir. Kaldı ki, üretim faktörleri olan toprağın kirası ranttır, sermayenin kirası faizdir, müteşebbis geliri kardır ve emek geliri de ücrettir.
Faiz aracı olmadan bir piyasa oluşması mümkün değildir. Bu gün Türkiye de de bankacılık yanında İslam sermaye için kurulmuş ve faizin adını kar payı olarak değiştiren faizsiz bankacılık, Faizi kar payı gibi gösterip, arkadan dolanan bir sistemdir Faizin adını değiştirip kar payı demek piyasa ajanlarını ikna etmeye yetmez.
İslam’ın faizi yasaklaması, İslam ülkelerinde var olan tefeciler nedeni ile olsa gerek. Bu tefeciler spekülatif yüksek faizle insanlara zarar vermektedir. İslam’da yasak olan faizin bu tefeci faizi olsa gerek.
Piyasanın ve Ticaretin gelişmesinin ortaya çıkardığı ihtiyaç nedeni ile İslam ülkelerinde daha ılımlı bir faiz yorumu yapılmaya başlanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda yıllık tefeci faizi yüzde 50 düzeyindeydi. Tefeciler dışında, hileli satış yoluyla veya kar geliştirici rehin verme yoluyla faiz işlemi vardı. Bu uygulamalara karşı ve kamu yararı gözetilerek en fazla yıllık yüzde 12 faiz şartıyla yeni ‚’para vakıfları’’ kurulmuştur.
Para vakıflarının ilk uygulaması II Murat ve Fatih döneminde görülmüştür. Bu vakıflara yüksek devlet görevlileri ve servet sahipleri para veriyordu.
Fatih, faizi ile yeniçeri ocaklarına verilecek etlerin zamanla ortaya çıkması muhtemel fiyat artışlarını karşılamak üzere, 24 bin altın vererek böyle bir vakıf kurmuştur.
(Neşet Çağatay; Osmanlı İmparatorluğunda Riba- Faiz konusu, Para Vakıfları ve b-Bankacılık)
Osmanlıda para vakıfları inceleyen M.Salim Uysal ‘’Para Vakıfları, vakfedilen paraları; Karz-ı Hasen (Faizsiz borç verme), Bidaa, (Hayır amacıyla paranın işletilmesi ve sonucunda kar ve anaparanın vakfa verilmesi) Mudarebe, (emek-sermaye ortaklığıyla işletilme) Murabaha, (peşin para ile mal alıp vadeli satarak kar elde edilmesi) istiğlal(paraya ihtiyacı olanların menkul ve gayrimenkulünü vakfa satarak, bunları vakıftan kiralaması ve borcun ödendikten sonra mülkün geri alınması bir nevi “sellandleaseback” halen uygulanmakta olan) ve muamele-i şeriyye (faiz karşılığı kredi verilmesi ) yöntemleriyle işletmiştir. Bu yöntemlerden en çok kullanılanı sonda sayılan muamele-i şeriyye yöntemi yani borç, kredi verme uygulamasıdır. ‘’ diyor.
Türkiye de, Bankacılığın gelişmediği dönemlerde veya bankadan kredi alma imkânı olmadığında, tefeciler ayda yüzde 10 ve yılda yüzde 120 gibi fahiş faizler alırlardı. Borç birinci yıl ikiye, ikinci yıl dörde katlanırdı. Bu tefeciler birçok insanın evini yıkmıştır.
2018 yılındayız ve maalesef Bugün de bu tefeciler var. Ancak bunlar genellikle bankalardan biraz daha fazla faiz alırlar. Hatta kredi kartlarında, akdi faiz ve gecikme faizinden daha düşük faiz alıyorlar. Birçok insan kredi kartı borcunu kapatmak için tefecilerden para alıyor.
Türkiye ‘de İslam’daki faiz anlayışı da istismar ediliyor. Zira İslam’ı kuralların oluştuğu dönemde reel faiz bilinmiyordu. Diyelim ki faiz oranı yüzde 10, enflasyon oranı da yüzde 10 ise reel faiz sıfırdır. Yüzde sıfır faizle sermayesini veren birisinin, enflasyondan dolayı satın alma gücü düşer. Birine borç vermeden elindeki parası ile bir liradan 100 mal alıyor idiyse, parasını faizsiz verirse ve yıllık enflasyon oranı yüzde 10 ise bir sene sonra aynı para ile 91 birim mal alacaktır. Bu şartlarda ‘’eksi fazi – tersine faiz ‘’ yani borç verenden -borç alana giden, bir faiz var demektir. Günahsa bu eksi faiz de günahtır.
Netice olarak; İslam’da fahiş faizin yıkıcı olacağı düşünülmüş olsa gerek. Aslında bu günde yüksek reel faiz tefeciliktir ve insanlığa, hukuka aykırıdır.