KALENİN KORUNMASI
İlk ortaya çıktıkları günden bu yana sendikalar, yıllarca işçiler için aynı zamanda birer kale işlevi gören örgütler oldular.
İlk ortaya çıktıkları günden bu yana sendikalar, yıllarca işçiler için aynı zamanda birer kale işlevi gören örgütler oldular. Sendikaları yasaklayarak, faaliyetlerini yasa dışı ilan ederek işçi hareketini dize getirmek isteyen sermaye iktidarları, bunu başaramayınca onları yasal olarak tanıyarak bu kaleyi "içten" çökertmek istediler. Bunun için 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişen sendikal bürokrasi aracılığıyla sendikaları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek ve sermaye için "zararsız" kurumlar haline getirmek için epey çaba harcadılar.
İşçi sınıfı açısından örgütlenmeye inançsızlık ve sendikalara güvensizlik eğilimi son yıllarda çok arttı. Son olarak kıdem tazminatı fonu tartışmalarında olduğu gibi emekçilerin kazanılmış haklarına yönelen muhtemel saldırılara karşı zamanında ve güçlü yanıtların verilememesi, söz konusu güvensizliği daha da güçlendiriyor.
Son yıllarda sendikalara ve sendikal mücadeleye yönelik olarak ciddi bir kuşatmadan bahsetmek mümkün. Birkaç sendika merkezi ve çeşitli işkollarından bazı sendika şubeleri dışında, olağanüstü günlerin yaşandığı bugünlerde bile, üyelerini harekete geçirme, onların istek ve beklentileri doğrultusunda mücadeleyi örgütleme yöneliminin istenen düzeyde olduğu söylenemez.
Sendikalar cephesinde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, gerek işçi sınıfının tarihsel mücadele birikimi, gerekse de hâlâ en temel talepler uğruna yürütülen mücadelelerin ortaya çıkardığı yeni durum ve olanaklar, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen işçilerin aralarında birleşme ve örgütlenme yönelimlerini arttırıyor. Son yıllarda özellikle güvencesiz, kuralsız ve taşeronda çalışan işçilerin örgütlenme eğilimindeki artış dikkat çekici. Çoğunluğu genç olan bu işçiler, sendikaların taleplerine ve mücadelelerine sahip çıkmalarını beklerken, beklentilerinin çok altında "destekler" alıyorlar.
Sermaye güçleri sendikaları kendi istediği çizgiye çekmek için çeşitli hamleler yaparken, bazı sendikaların sorunlarını hâlâ "ortak çözüm", "sosyal diyalog" vb. gibi safsatalarla çözmeye çalışması, bir anlamda kuşatılmış bir kalenin savaşarak, yani mücadele ederek korunması yerine, kale anahtarının sermayeye altın tepsi içinde sunulması anlamına geliyor. Bu tür tutumlar sermayeye daha büyük bir güç ve cesaret veriyor.
Sendikalar kendilerinden beklenen adımları atmadıkça, hükümet ve sermaye her seferinde yeni taleplerle emek örgütlerinin karşısına dikiliyor. Sürekli yeni bedeller isteniyor ve her seferinde bu bedeller giderek ağırlaşıyor.
İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele merkezleri olarak kaleleri olan sendikaları yeterince koruyamaması sonucu, bu kalelerde işçi sınıfının değil, sermayenin bayrağı dalgalanıyor. Bu durumun oluşmasında sendika üyelerinin, her kademedeki temsilcilerinin de sorumlulukları olduğu bir gerçek.
Sendika üyeleri ve temsilcileri, genellikle kendi günlük çıkarları doğrultusunda hareket edip, sadece toplusözleşme dönemlerinde sendikal çalışmalara ilgi gösterirken, toplusözleşme dışındaki zamanlarda sendikalar da geri çekilip, pasif bir tutum takınıyorlar. Bu durum en çok sendikal bürokrasinin işine geliyor ve seçim zamanlarında şube yönetimlerini yukarıdan aşağıya belirleyerek, her seferinde yerlerini sağlamlaştınyorlar.
İşçilerin kendi örgütleri ve haklarını koruyacakları kaleleri olan sendikalarına yeterince sahip çıkmaması, yıllardır sendikaların en önemli özelliklerinden birisi olan "aktif yönetici-pasif üye" ikileminin sürekli olarak yeniden üretilmesini sağlıyor.
Kuşkusuz tarihte de örneklerine rastlandığı gibi, hiçbir kalenin tam anlamıyla sağlam ve güvenli olması beklenemez. Tıpkı kaleler gibi sendikalar da her zaman güvenli ve sağlam yapıda örgütler olmadılar. Ancak hem içeriden hem de dışarıdan kuşatılan sendikaların bugünkü yapıları ile daha fazla yol almaları da mümkün görünmüyor.
İşçi sınıfının haklarını koruması geren kaleleri olan sendikalar içeriden çökertilmeye çalışılıp, dışarıdan kuşatıldığı bir süreçte, sendikalar yaşanan saldırılara "diyalog" yoluyla diplomatik bir içerik kazandırmaya çalıştıkça, ortada ne bir hak kalacak, ne de savunulacak bir kale.