KAVEL’DEN TEKEL’E, DİRENİŞİN ÖYKÜSÜ -2-
Kendimizden çok çocuklarımız ve eşlerimizin hakkı için savaşıyoruz
Tekel işçileri, İstanbul’un kültür başkenti oluşunu göbek atarak kutlayanlara inat, Türkiye’nin başkentinin göbeğinde her türlü sömürüye karşı direnişin simgesi haline gelen eylemini sürdürüyor
Kendimizden çok çocuklarımız ve eşlerimizin hakkı için savaşıyoruz
Tekel işçileri, İstanbul’un kültür başkenti oluşunu göbek atarak kutlayanlara inat, Türkiye’nin başkentinin göbeğinde her türlü sömürüye karşı direnişin simgesi haline gelen eylemini sürdürüyor
Tekel işçileri Ankara’nın eksi sekiz derece soğuğunda AKP iktidarının iddia ettiği gibi iktidar devirmek için bulunmuyor. İstanbul’un kültür başkenti oluşunu göbek atarak kutlayanlara inat, Türkiye’nin başkentinin göbeğinde her türlü sömürüye karşı direnişin simgesi durumunda mücadelelerini sürdürüyorlar. Önce özelleştirmenin savurduğu Tekel işçisi, şimdi de 4-C kapsamında mevsimlik işçi olarak çalışmak istemiyorlar. Ankara’nın göbeğinde zehirlenerek, açlık grevine giderek, ölümü göze alarak haklarını arayan işçilerin tek bir isteği var. Hakkımızı bizim için değil, karım için, çocuklarım için elimden almayın. Bu feryadın ardında marjinal grupların söylemleri değil, aksine karısı kanser olan bir işçinin çaresizliği ya da son çaresi yatıyor. 4-C haklarıyla karısına bakmaktan mahrum kalacak işçi, şimdi umudunu öldüğünde alacağı tazminatla, karısının tedavi parasını karşılamaya çalışıyor.
Sabıkasız kelepçeliler!..
Kavel işçilerinden 28‘i grevin ardından tutuklanmış ve 27 gün tutuklu kalmışlardı. Tutuklu Kavel işçilerinin tahliye olduğu tarihi duruşmayı 16 Nisan 1963 tarihli Sosyal Adalet dergisinde Sema Tükel şöyle anlatıyordu: “Kelepçeliydiler. İkişer ikişer işçiler birbirlerine kelepçelenmişlerdi. Kısa sessizlikten sonra yargıç duruşmayı davacı İbrahim Üzümcü‘nün gıyabında açtı. 28 suçlu zanlısının yoklamaları yapıldı. Hepsi işçi, hepsi Anadolu‘nun çeşitli köylerinde doğmuştu. Hepsi sabıkasızdı. Doğum yılları 1933-1945 arasında değişiyordu. Biri hariç hepsi okuma yazma biliyordu. Bu grev bildiğiniz gibi 35 gün sürdü. 35 gün bize hiçbir resmi makam kanunsuz toplanıyorsunuz demedi. Şimdi ise Gösteri ve Yürüyüş Kanunu‘nu çiğnediğimiz için burada yargılanıyoruz. Bize kimse ‘dağılın‘ demedi. Biz orada ekmeğimizi bekliyorduk. Eskiden işe gittiğimiz gibi, üç vardiya halinde gidip fabrikanın kapısında ne zaman işbaşı yapacağımızı bekliyorduk. İşe hazırdık. Şahsen kimseyi tehdit etmedim. Polise karşı gelmedim. Suçsuzum tahliyemi istiyorum.
Polis bize teşekkür etti…
İlyas Kabil‘den sonra Maden-İş Şişli Şubesi Başkan Vekili Halis Bilici‘nin soruşturması yapıldı. Halis Bilici, ” Arkadaşımın anlattığını aynen kabul ediyorum “ diye söze başlayarak, şunları ifade ediyordu: ”Türk adaletine inanıyorum, güveniyorum. Bize isnat edilen suçların tümünü reddediyorum. İşçi polise mukavemet etmemiştir. Polis bize, kendilerine yardım ettiğimiz için teşekkür etmiştir. Kimsenin çalışma hürriyetine mani olmadık “ Soruşturma uzayıp gitmişti. Grevciler cümlelerin sonunu, ” Suçsuzum, tahliyemi istiyorum “ diye bağlıyordu. 15 Kavel işçisi 27 gün sonra tekrar evlerine dönüyordu. Kavel işçilerinin o dönemde sergiledikleri kararlı tutum Türk işçi tarihinin direniş anlamında ilk kıvılcımlarından biri oldu.
Tarihi kıvılcım orada yakıldı
Türkiye’de işçi hareketi bu grev sonucunda grev ve toplu sözleşme hakkı ile tanışmış oldu. Bu noktada bir parantez açmak gerekiyor, eğer tekel işçilerinin eylemleri dikkatle incelendiğinde iktidar temsilcilerinin söylemleriyle gizlemeye çalıştıkları hak mücadelesi aslında tüm işçi ve memurların ileri dönemde başlarına gelebileceklerine karşı bir uyarı niteliğinde. Kavel işçilerinin mücadeleleri hiç kuşkusuz ki o dönemdeki dünya ve Türkiye konjonktüründen bağımsız düşünülemez.
Savaş acıları yeni bitmişti
1950’li yılların başlarından itibaren, bugün daha çok küreselleşme olarak tabir ettiğimiz ve tanımladığımız kapitalist süreç o günlerde yine üçüncü dünya sömürüsüne dayalı olan kapitalizmin yükseliş dönemine girmesiyle de ilgiliydi. Tarihçilerin ikinci dünya savaşı dedikleri ancak özellikle Marksist siyasal teorisyenlerin ikinci paylaşım savaşı olarak tanımlamayı tercih ettikleri tarihsel dönemeçten dünya yeni geçmişti. Bu savaşın yarattığı tahribat o yıllarda yerini yeniden inşa dönemine bırakmıştı. Başta Avrupa olmak üzere dünya uluslararası dengeler açısından yeni bir tanımlama sürecine girmişti.
Dünya yeniden şekilleniyor
Bunun da öncesinde savaşın etkisiyle sosyal kaynaklarını yitiren ülkeler, bu kaynakları akılcı temelde yeniden yapılandırmak üzere bir inşa dönemi yaşıyordu. Hiç kuşkusuz ki bu inşa döneminin etkileri Türkiye’ye de yansıyordu. Hem yatırım anlamında, hem de sosyal politikaların yeniden üretilmesi anlamında. Burada yine siyasal teorisyenlerin dikkat çektiği bir noktayı da hatırlamakta yarar var. Özellikle Marksist yapılanmaları temel alan siyasal rejimlerin teorik olarak sınıfsız toplum mücadeleleri, her ne kadar istenilen sonucu vermese de o dönemde iktidar boşluğundan kaynaklanan kaygıları beraberinde getirmişti.
Yeni siyasal yapılaşmalar
Yani o dönemin burjuva aristokrasisisin elinden kaçan siyasal otorite, yeni dönem yatırımcılarını beraberinde getirirken, aynı zamanda işçi sınıfı olarak tanım bulan sosyal katmanların, iktidar ortaklığı için hareket başlatmaları sosyal politikaların yeniden tanımlanmasında önemli bir etken olarak dünyada yeni bir olgu olarak tanımlanıyordu. Bunun anlamı şuydu, özellikle batı Avrupa’da sosyal devlet temelli yeni siyasal yapılanmalar oluşmuştu. Buna bir de Baltık modeli eklenmişti. Sonuçta genel olarak çalışan sınıfları ama özelde sanayi devrimi sonra gelişimini yani siyasal evrimini önemli bir noktaya getiren işçi sınıfı artık siyasal hayatta önemli bir aktördü. Türkiye’de bunun yansımaları ilk dönemde sermaye ve işçi çelişkisi olarak gündeme geldi.
Bütün işçiler el ele verince…
İstanbul İstinye’deki Kavel fabrikasında çalışan ve Türk-İş’e bağlı Maden-İş sendikasında örgütlü 170 işçinin direnişi Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturdu. 31 Aralık 1962’de Kavel işçileri 1957’den beri fazla mesai ve kıdem esası üzerinden aldıkları yıllık ikramiyelerin eksik ödeneceğini öğrendiler. Haklarının kırpılmasına razı olmayan işçiler seçtikleri üç temsilciyi patronla görüşmek üzere gönderdiler. Bunun üzerine üç temsilci, aynı zamanda Maden-İş’in Şişli şube başkanı olan işyeri baş temsilcisiyle birlikte işten çıkarıldılar. Patron bir yandan da işçilerin sendikadan ayrılmaları için baskı uygulamaya başlamıştı. Bunun üzerine işçiler, patronun artan baskılarını ve temsilcilerinin işten atılmasını protesto etmek için 28 Ocak 1963’te tezgâh başında 5 günlük oturma eylemi yapma kararı alarak grevi başlattılar.
Baskılar giderek yoğunlaştı
İşçiler mücadeleyi yükselttikçe patron da baskılarını yoğunlaştırıyordu, fakat baskılar yoğunlaştıkça işçiler mücadeleye daha da sıkı sarılıyorlardı. Bir kez buz kırılmış, yol açılmıştı Kavel işvereni, grevin başladığı gün ’işyerindeki asayişi bozdukları’gerekçesiyle 10 işçiyi daha işten çıkarıp lokavt ilan edince, 4 Şubat’ta işçiler oturma eylemlerini fabrika önünde kurdukları çadırlarda direnişe dönüştürdüler. Grevi kırmak amacıyla 5 Şubat’ta gazetelerde bir ilan yayınlandı. Fabrikaya işçi alınacağını belirten bu ilanı gören işçiler, işyeri önünde gece-gündüz nöbet tutmaya başladılar. 13 Şubat’ta greve rağmen fabrikada çalışmaya devam eden 40 büro işçisini işyerine sokmak istemeyen işçilerin üzerine polis saldırdı. Yaşanan çatışmanın ardından gözaltına alınan işçilerden dördü hakkında polise karşı geldikleri gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarıldı.
Greve çığ gibi destek yağdı
Ancak Kavel direnişinde görüldüğü gibi grevci işçiler tutuklanıp hapse atılırken, lokavt ilan eden patronun lokavtı lokavt sayılmadı! İşçinin devleti değil ya bu kararı alan, doğaldır! Kavel fabrikası İstinye’deydi ve İstinyeli emekçiler grevin başından itibaren Kavel işçilerini yalnız bırakmadılar. Diğer fabrikalarda çalışan birçok işçi de grevi destekleyerek sınıf dayanışmasının en güzel örneklerini sergilediler. Vehbi Koç’a ait General Electric fabrikasında çalışan işçiler dayanışma kampanyası başlatarak grevci Kavel işçileri için para topladılar. Demirdöküm’de çalışan 800 işçi, Kavel işçilerine destek olmak için yardım kampanyası başlattılar ve sakal bırakma eylemi yaptılar. 2 Martta eyleme işçilerin eşleri de katıldı. 3 Mart 1963’te araya hükümetin de girmesiyle Türk-İş ile Türkiye İşveren Konfederasyonu arasında bir anlaşma imzalandı ve işçiler 4 Martta işbaşı yaptılar.
Direnişin bedeli
Direniş sona ermişti. Fakat birkaç gün sonra, 11 Mart’ta, greve öncülük eden 24 işçi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet etmek suçlamasıyla dava açıldı ve 14 işçi tutuklandı. Buna benzer gerekçelerle Kavel işçilerine birçok dava açıldı. Patron yenilginin bedelini işçilere ödetmek istiyordu. 10 Haziran günü, tutuklanan 6 işçinin tahliye edildikten sonra işten atılmalarına, fabrikanın kaplama bölümünde çalışan 30 işçi toplu halde iş bırakarak yanıt verdi. Bu eylem nedeniyle duruma Sıkıyönetim el koyacaktı. Ne var ki, 24 Temmuzda yürürlüğe giren 275 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanununa dahil edilen ve sonrasında ’Kavel maddesi’olarak anılan bir maddeyle, yasanın çıkışından önce haklarında takibat yapılan işçilerin davaları düşürüldü. Tutuklu bulunan işçiler de serbest bırakıldılar.