Bütçe nedir? En geniş anlamıyla hükümetlerin sosyal sınıflara, toplumsal hak ve özgürlüklere ve demokrasiye ilişkin duruşlarının en somutlaştığı siyasal ve iktisadi belgelerdir.
Peki, Türkiye’de bütçe nedir? “Ey halk ödediğin her kuruş vergi sana zam, zulüm, sopa, esaret ve yoksulluk olarak geri dönecektir” dir.
AKP iktidara geldiği günden bu yana Merkezi Disiplin adlı, yani bugün kemer sıkma olarak bilinen programı uyguluyor. Yani toplumun eğitim, sağlık vb ihtiyaçlarına yönelik yapılan kamunun sosyal harcamaları kesiliyor, kamu emekçilerinin maaş ve ücretleri kısılıyor, insanca yaşam için zorunlu ihtiyaçlar özelleştiriliyor yahut taşeron firmalara devrediliyor.
Dolaylı ve doğrudan vergiler kanalıyla tüm işçiler ve emekçiler bütçenin gelirini oluşturuyor. Yani bütçeyi ülkenin işçileri, emekçileri sırtlıyor. Toplam ülke gelirinin resmi verilerle yüzde 60’ını elinde bulunduran yüzde 1’lik kısım, iş vergilere gelince elini cebine atmıyor, yüzde 30’un altında bir bütçe gelirini oluşturuyor. Çünkü AKP hükümeti böyle istiyor, sistem böyle. Türkiye’de bugün vergilerin yaklaşık yüzde 70’i dolaylı vergilerden oluşuyor, yani tükettiğimiz her mal ve hizmetten alınan vergiler. Oysa dünyanın geri kalanında özellikle gelişmiş ülkelerde vergi gelirlerinin büyük kısmı gelir vergilerinden oluşmakta. AKP hükümeti 2016 yılında dolaylı vergi gelirini geçen yıla göre 72,2 milyar lira artırarak 351,5 milyar liraya yükseltmeyi hedefliyor. Toplam vergi hedefi ise 504,5 milyar lira. Bu hedefe ulaşmak ise gıda ve enerji fiyatlarının tüm dünyanın aksine Türkiye’de arttığı göz önünde bulundurulursa kolay değil. Dolayısıyla burada zamlar devreye giriyor.
Özellikle akaryakıt, otomotiv, iletişim vergilerine yapılan zamlar, hasılatı toplamakta zorlanan hükümetin işini kolaylaştırıyor.
Özetle işçiler, emekçiler, öğrenciler, emekliler, işsizler olarak hepimiz hükümete çalışıyoruz. Bütçe kasasına milyarlarca lira para akıtıyoruz. Peki, bu paralar nerelere mi harcanıyor? İşte planlanan giderler…
(III) Saray politikalarına kaynak
Giderler dağılımı her yıl benzer bütçe paylaşım tarzlarına uyumlu olarak bu yıl da Saray politikalarına kaynak oluşturacak şekilde hazırlanıyor. Örneğin Çalışma Bakanlığı’nın alacağı bütçe payı düşürülüyor, MİT ve Diyanet’in payları artırılıyor. Cumhurbaşkanlığı bütçesi yüzde 9, MİT bütçesi yüzde 47 artırılıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT ve Milli Savunma Bakanlığı toplamda bütçeden yüzde 9’luk pay alıyor.
Önümüzde Başkanlık Rejimi hedefi var, dolayısıyla savaş harcamalarındaki artış elbette şaşırtıcı değil.
(IV)EĞİTİMe ayrılan pay geriliyor
Türkiye’de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar öğrenci başına yapılan kamusal eğitim harcamaları ve eğitim yatırımlarına ayrılan pay gerilemeye devam ediyor. EĞİTİM faaliyetlerine yapılan yatırımların oranı yüzde 11’lerden yüzde 8’lere indi. Bu oranın artırılmaması, eğitimin niteliksel olarak iyileştirilmediğini gösteriyor. Bu oranın gerilemesi ise eğitim faaliyetlerinde devamlılığının sağlanmasındaki maliyetin topyekun velilerin sırtına yüklenmesi anlamına gelmekte.
(V) Sağlık bütçesi ilaç tekellerine
Aynı durum sağlık için de geçerli. Sağlık hizmetlerinin bütçeden finansmanı yerine katkı payı uygulaması ile eller halkın cebine uzanıyor. Koruyucu-önleyici sağlık hizmetlerinden hızla uzaklaşılırken, bugün bütçeden ayrılan pay tedavi edici sağlık hizmetlerine giden payı yansıtıyor. Bir diğer ifadeyle ilaç tekellerine, yüksek katkı paylı teknolojik hizmetlere ayrılan pay.
Halk için değil…
Daha detaylandırılmış analiz için KESK’in hazırladığı rapor aydınlatıcı olacaktır. Lakin özetle bu yıl da bütçe halkın eğitimine, sağlığına, insanca yaşam için gerekli harcamalara değil, bilakis bu amaca ters düşecek biçimde rejimin ihtiyaçlarına göre oluşturuluyor.
Burada sorulması gereken temel soru ise şu olmalı: Toplumun en geniş kesimini oluşturan işçilerden, emekçilerden toplanan vergilerle oluşturulan bütçe, kim için ve ne için harcanıyor? Benim bu soruya cevabım şudur; “Kendi paramızla rezil olma hali…”