MALİ DİSİPLİN HALKA KARŞI SAVAŞTIR
Türkiye, yakın tarihimizin büyük bölümünde ya ekonomik kriz içinde ya da kriz tehlikesiyle karşı karşıya oldu. Buna rağmen ülkemizde hakkını vererek bir ekonomi politikası tartışması yapılmıyor.
Türkiye, yakın tarihimizin büyük bölümünde ya ekonomik kriz içinde ya da kriz tehlikesiyle karşı karşıya oldu. Buna rağmen ülkemizde hakkını vererek bir ekonomi politikası tartışması yapılmıyor.
Ekonomik krizin bu kadar içinde yaşayıp da bunu tartışmamak, doğrusu hayli şaşırtıcı. Türkiye bu konuda yegâne örneklerden biri.
Bunu tartışmamamızın, kendi zihinsel tembelliğimizin yanında üzerimizde kurulmuş olan ideolojik baskıyla da alakası var.
Global düzeyde Milton Friedman, Ronald Reagan ve Thatcher ile başlayan, Türkiye’ye de Turgut Özal tarafından getirilen sosyal devlet karşıtı ideoloji, bugün hâkimiyetini sağlamlaştırmış durumdadır.
Bizim gibi ülkelerde müthiş bir başarısızlığa ve çöküntüye imza atmış olmasına rağmen ideoloji sapasağlam ayakta durmaktadır.
Piyasaları fetişleştiren, “piyasa”nın başına “serbest” kelimesini yerleştirerek kendisi dışındaki tüm yaklaşımların serbestlikle alakası olmadığı çağrışımı yaptıran bu ideoloji, radikal biçimde karşı olduğu devletçilik, sosyalist uygulamaları yıkarak emekçileri, maaşıyla geçinmek zorunda olanları ezmiş ve ezmeye devam etmektedir.
Kriz ortamlarında hemen öne sürülen “mali disiplin” ve “bütçe dengeleri” gibi kavramlar, aslında fakire, emekçiye daha da vurmanın, onu daha da ezmenin silahlarıdır.
Bunlar, gelirler artarken, büyüme varken bunun sonuçlarını güya sosyal devlete karşı olduğu için halka dağıtmayan yönetimlerin, kriz dönemlerinde yükü zenginlerin üzerinden alıp fakire, emekçiye yükleme silahlarıdır.
Bugün bu politikayı ve tartışmasız kabul edilmesi istenen bazı kavramları tartışma ve bir alternatifin olabileceğini söyleme günüdür.
Ne biz ne de dünya bunu yeterince tartışamıyor; çünkü liberal veya piyasa ekonomici görüşlerin ideolojik hâkimiyeti mutlaktır ve başka bir alternatif olabileceğini de düşündürtmemektedir.
Her gün “Piyasalar tepki verdi, kurlar şöyle oldu, borsa şu sinyalleri verdi” gibi sözlerle beynimize saldırılıyor. Sanki bunlar kaçınılmazmış ve istenirse müdahale edilemezmiş gibi beyin yıkama yapılıyor.
Belki bizler bunu henüz tartışmaya hazır değiliz, ama emin olun global düzende rüzgârlar değişmeye başladı, eski ideolojiler yeniden revaçta. Dünyanın birçok ülkesinde, sosyal devletçi veya sosyalist politikalara dönüş talepleri geliyor. Türkiye de bunun dışında kalamayacak.
Zaten kalmaması da lazım; çünkü bugünkü krize nasıl karşı konulacağını düşünen hâkim ideoloji, yine “mali disiplin”, “bütçe disiplini” gibi kavramlarla konuşmaya başladı. Onlar yine serbest piyasa mantıkları çerçevesinde bir şeyler yapacaklar. Yapacaklar da krizin yükü yine bizlere, maaşıyla geçinmeye çalışan emekçilere binecek.
İdeoloji hâkim olduğundan, bu bize sanki Allah’ın emriymiş veya başka bir yol olamazmış gibi sunuluyor. Halbuki var. Çok uzun süredir var da bunu bizlere unutturdular. Piyasa fetişleriyle, borsa haberleriyle, global piyasa takipleriyle bizi neredeyse büyülediler.
Buna, bu düzene tepki vermenin ve başka yolun da olabileceğini söylemenin zamanıdır.
Çünkü bu krize de bilinen hâkim ideolojiye uygun biçimde tepki verirsek, bu kriz ne geçer, ne de ileride daha büyük krizlerden kurtulabiliriz.
Hâkim iktisat ideolojisine teorik müdahalede bulunarak tutarlı bir alternatifin olabileceğini anlatacak insanlara ihtiyaç var.
Bugünkü hâkim modelin unutturmaya çalıştığı politik klasik iktisat kökenlerine dönmeliyiz. Keynes’in de parçası olduğu bu gelenekte tabii ki Marx da var.
Teorisini yaparken sosyal devletin, sosyalist tavırların, tutarlı ekonomi politikaları olabileceğini ve planlamanın mutlaka gündeme getirilmesi gerektiğini anlatmalıyız.
Halka karşı sürekli savaş halinde olan ekonomi doktrininden çıkıp halktan, emekçiden yana olan doktrine geçmeliyiz.