MERKEZ MEDYADAKİ GAZETECİLERE ÇAĞRI!
Gezi eylemleri, medyanın sermaye yapısını, egemenlik ilişkisini bir kez daha gözler önüne serdi.
Gezi eylemleri, medyanın sermaye yapısını, egemenlik ilişkisini bir kez daha gözler önüne serdi. Merkez medya denilen, doğrudan AKP yandaşı olmayan ancak haber, yorum ve yayın politikalanyla genelde AKP iktidannı destekleyen görsel ve yazılı basın organlan, Haziran Direnişi’nde "üç maymunu" oynayınca tam anlamıyla açığa düştü.
Gezi direnişinin başlangıcında Penguen belgeseli, yemek programlan ya da olayları çarpıtan, küçük gören, çakma haberler veren bir yayın politikasını izleyince halkın protestosuyla karşılaştı. Merkez medya, hem sansür, hem de otosansür uygulamalanyla medya tarihinin "utanç" sayfalanndaki yerini aldı. Bu televizyonlann reyting oranlannda ciddi düşüşler olduğu gibi yazılı basını da önemli bir tiraj kaybına uğradı. Peki merkez medya kuruluşlannda çalışan gazeteciler ne durumda? Bu arkadaşlanmız, gazeteciliğin evrensel kurallanna bağlı kalarak haber yapmak istemiş olsalar da yönetim bu girişimleri engelleyip sansür yapmış olabilir veya medya çalışanları otosansür anlayışını içselleştirip gerçekleri göstermek ya da yazmaktan kaçınmış olabilirler.
Sonuç halkın haber alma hakkının engellenmesidir. Merkez medyanın itibarsızlaştığı bu ortamda, orada çalışanlar da bu durumdan etkilenmektedir. Keza bu medya kuruluşlannda çalışanlar, ücret düzeyinin düşüklüğü, çalışma koşullanılın ağırlığı gibi temel çalışma sorunlanyla da karşı karşıyadır. Gerek itibar kazanmak, gerekse çalışma koşullannı iyileştirmek için örgütlenmekten başka çare gözükmemektedir. Kuşkusuz işten atılma korkusu, sendikalaşmayı engellemekte ancak düşük maaş ve çalışma koşullannın zorluğu, sendikalaşma ihtiyacını da gündeme getirmektedir.
Gazetecilerin sendikalaşmasına karşı işverenin işten çıkarma girişimi, Gezi direnişinde olduğu gibi halkın desteği sağlanarak bir anlamda püskürtülebilir. Bu arada merkez medyada köşe yazan, televizyon programcısı olarak çalışanlar da bulunmaktadır. Bunlann ekonomik durumlan, muhabirlere, gazetecilere göre daha avantajlıdır, işsiz kalsalar bile uzun süre geçimlerini sağlayabilecek konumdadırlar. Televizyon programcılan, köşe yazarları, merkez medyada çalışma konumlarını sürdürdükleri sürece işverenin yayın politikasını da meşrulaştırmaktadırlar. Medya kuruluşunun sansür ve otosansür "suçuna" ortaklık etmektedirler.
Öncelikle bu arkadaşlar, sadece kendi köşelerinde birkaç eleştirel yazı yazmakla bu "günahlanndan" annamazlar, aynı zamanda gazetenin genel yayın politikasındaki gerçek dışı, çarpıtma ya da haberi görmezden gelen anlayışına itiraz etmeli, bunu köşelerinde açıkça yazabilme cesaretini gösterebilmelidirler. Yine bu arkadaşlar, sendikalaşmadan yana tavır koymalıdırlar, köşe yazan, televizyon programcısı sendikalı olmaz diye bir kural mı vardır? Sonuç onurlu olmak meselesidir.
Gezi eylemcileri güvenlik güçlerine "Polis simit sat, onurlu yaşa" diye slogan atıyorlar. Peki gazeteciler ne yapmalı? Hem muhabir düzeyindeki gazeteciler, hem de köşe yazarlan, televizyon çalışanlan onurlu yaşayabilmek için bir bedel ödemeyi de göze alabilmelidirler. Bu saürlann yazan, 40 yılı aşkın çalışma yaşamında 8 kez işsiz kaldı. 40 yılın 25 yılı bir fiil gazetecilikle geçti ve bu sürede de 5 kez işinden oldu. Siyasi görüşleri nedeniyle 2.5 yıl hapis yatması da, ayn bir fasıldır… Onurlu yaşamakla ilgili son sözü işçi sınıfı ideolojisinin kuramcısı Kari Marx’a bırakalım.
Marx diyor ki, "PROLETERYANIN EKMEKTEN ÇOK ONURA İHTİYACI VARDIR"…