LAFTA demokrat, kafada faşist olmanın bir örneği de dünkü gazetelerde vardı:
Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, kazanılmış haklarını kaybetmemek için 6 haftadır, fevkalade barışçıl bir eylem sürdüren Tekel işçilerine olan kızgınlığını dile getirirken, “PKK da dahil bu işe herkesin fitne soktuğunu” söylemiş.
Bakana göre, sadece PKK değil, “araya provokatörler” hatta “72 buçuk millet” de karışmış.
Kaldı ki “Tekel işçilerinin bugünlere gelmesinin sorumlusu sendika yöneticisi ve bazı siyasi aktörler” imiş. Özellikle muhalefetin bu konuyu “bulunmaz bir meta” gibi ele alıp “konuyu karıştırması”ndan ve “insanları huzursuz etmesinden” yakınmış.
Sık sık söylenir ama tekrar etmekte yarar var:
Tam, “Şu mektepler olmasa, Maarif Nazırlığı kolay olurdu” diyen Osmanlı EĞİTİM Bakanı’nın kafası!
Aynen haklarını kaybetmemek için çırpınan insanlardan söz ederken “Bu hükümetin bir suçu varsa o da özelleştirme sonucu açıkta kalanlara merhamet göstermesidir” diyen, MALİye Bakanı Mehmet Şimşek gibi.
Çünkü ikisi de meşru bir hak için hukuk yolundan ayrılmadan mücadele etmeyi içlerine sindiremiyorlar. Bunun “demokratikleşme” yönünden taşıdığı önemi göremiyorlar.
Bunda şaşılacak bir taraf yok, çünkü “demokratik hak”lara laf demokratları değil ancak gerçek “demokratlar” saygı gösterirler.
Kaldı ki, bir an için Hayati Yazıcı’nın dediğini gerçek sayalım. Yani Tekel işçilerinin fevkalade masum “hak” kavgasına 72 buçuk millet veya PKK burnunu sokmuş, partiler de “konuyu karıştırmış” olsun.
Kimse hukuktan ayrılmadan bunları yaptıysa, neresi yanlış?
Kaldı ki öyle bir gerçek neyi değiştirir?
Tekel işçileri yasalara saygılı bir şekilde haklarını istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Mesele bu!
Aslında biz bu söylemlere yabancı değiliz:
Eski yıllarda, -tek parti dönemine kadar gitmeyelim, 1950’lerde ve sonra da- böyle bir hak talebi dile getirildiği, grev ilan edildiği, yahut bir büyük miting veya gösteri yürüyüşü yapıldığı zaman, o olay siyasi iktidarı kızdırınca suçlamayı hemen duyardık:
“Olayın gerisinde komünistler var” denirdi.
Dile getirilen meşru hak talebi böylece önemsizleştirilir, o arada -suçlu olup olmadığına bakılmadan- birkaç solcu da gözaltına alınırdı.
Bizim basın, polisin el altından verdiğiyalan haberleri sorgusuz sualsiz yayınlama gibi bir yerleşik sabıka sahibi olduğu için, olay bir anda “komünistlerin yeni bir kötülüğü”ne dönerdi.
Sonra, “elebaşılarını” toplayıp cezalandırma, daha doğrusu hak istemeyi imkânsızlaştırma süreci yaşanırdı.
Hani biz bu iktidar döneminde “demokratikleşme” yönünde büyük adımlar atıyorduk?
Mersin’e değil de tersine gittiğimizi bu olay bile göstermiyor mu?
Kaynak: Hürriyet Gazetesi-Oktay EKŞİ