Geçtiğimiz hafta meslek hastalıklarının Türkiye’de bir sosyal sigorta mevzusu olduğunu paylaşmıştık. Kaldığımız yerden devam edersek, meslek hastalığının tanımının biraz açılmaya muhtaç olduğunu söyleyebiliriz.
İşçi sağlığında meslek hastalığı yanında işle ilgili hastalık olarak adlandırılan başka bir sınıflama daha vardır. İşle ilgili hastalıklar, meslek hastalıklarından ayrılır. Buna göre toplumda görülen bir hastalığın, çalışma koşulları nedeniyle doğal seyrinin değişmesi ve ortaya çıkması olarak tanımlanıyor. Meslek hastalığı ise daha çok işe özgü koşullardan ortaya çıkan hastalıklar olarak tanımlanıyor.
Geçtiğimiz hafta ayrıntılı olarak bahsedildiği gibi, sosyal sigorta dışında meslek hastalığı tanımı yapan bir kurum yok, sigorta da kime prim ödeyeceğinin kurallarını koymak için bu tanımı yapıyor. O nedenle de işe bağlı hastalık diye bir kavram sosyal sigortanın defterinde yazmıyor bile. Sosyal Sigorta Kurumu açısından bakınca durumda bir anormallik yok. Ama çalışan cephesinden bakınca, bu işte bir problem olduğu, bu tanımların bir de bu taraftan ele alınması gerekliliği ortaya çıkıyor.
Örnekler üzerinden gidersek; madende çalışan bir işçinin, çalıştığı yıllar boyunca akciğerlerine kömür tozu dolar. Vücut bunu belli bir süre tolere eder, ama bir zaman gelir akciğerler elden gitmiştir. Bu tariflenen kömür işçileri pnomokonyozu denen meslek hastalığıdır. Bu kişi, meslek hastalığı tanı prosedürünü yerine getirdiğinde meslek hastalığı tanısı alarak bunun getirdiği sosyal haklarına kavuşur. Malulen emeklilik vb.
Başka bir örnek ise, lastik fabrikasında çalışan bir işçi, günde 8 saat haftanın 6 günü diyelim ki her biri 25 kg olan lastikleri bir banttan diğerine aktarıyor. Ve belli bir süre sonra bel fıtığı oluyor. İşte bu durum, meslek hastalığı olarak tanımlanmıyor, çünkü meslek hastalığı listesinde yok. Bu işçinin yapabileceği tek şey mahkemeye gidip dava açmaktır.
Aslında durumu tarif ettiğimizde, her iki durumda da işçi o işi yapmasaydı başına bu hastalık gelmeyecekti. O nedenle bizim açımızdan her iki durum da meslek hastalığıdır. Çalışanların cephesinden göz önünde bulundurulması gereken diğer bir önemli nokta da, iş güvenliğinin işçi sağlığının olmadığı yerde hastalık olduğu gerçeğidir. Çünkü işçinin güvenliğini almak için yapılacakların, patronlara bir maliyeti var.
Bilindiği gibi hukuk işverenden işçinin sağlığını korumasını istiyor. Herhangi bir kaza, yaralanma ya da hastalık ortaya çıktığı zaman işverenden hesap sormayı öngören bir mevzuat var. Mevzuatın bu temel niteliğinin, işçilerin çalışmaktan kaynaklı hastalık ve yaralanmalarına faydası olmadığını da ne yazık ki görüyoruz. Sonuçta devlet, kapitalist devlet. Mevzuatta varmış olan kuralların gerçek hayatta esamesi okunmuyor.
Hatta daha da ötesinde, sermaye dostu devletlerin bu yaptırımları özellikle denetlemeyerek, ya da denetliyormuş gibi yaparak patronların iş güvenliği masraflarını azalttığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Meslek hastalıkları, çalışanların çalışma ortamlarındaki risklerden ortaya çıkar, çoğu zaman uzun süreli maruziyet vardır. Üstüne, işe giriş muayenelerinin eksik olduğu ya da yapılmadığı, kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu, işçilerin işyeri değişikleri gibi nedenler iş ile sağlık arasındaki ilişkinin kurulmasını zorlaştırmaktadır. Diyelim bütün bunlar var, o zaman da işyeri ortam ölçümleri eksik olacaktır.
Böylesi ayrıntılara boğulmak yerine mevzuatın da ötesinde yeni bir bakış açısına gereksinim vardır. Emekçilerin, başkasının karı için sağlığını, gençliğini işliklerde bırakanların kendi meslek hastalığı tanımı yapması gerekir. Burada, her bir meslek hastalığının sermayenin almadığı önlemler yüzünden karı olduğunun vurgulanması önemlidir. Bu yeni bakış açısı, emek mücadelesinde yeni bir kulvar açacaktır.