İşçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinin ilerlemesinde en önemli araçlardan birisi olan sendikalar ve sendikal mücadele, uzunca bir süredir çeşitli yönleriyle tartışılıyor. Yürütülen tartışmalarda ağırlıklı olarak sendikaların mevcut zaaflarından nasıl sıyrılacağı, daha mücadeleci ve emekçilerin farklı kesimlerini ortak hedefler doğrultusunda birleştirebilmesi için neler yapması gerektiği konuları öne çıkıyor.
İşçi sınıfının ekonomik, sosyal, demokratik hak ve çıkarları açısından en önemli araçların başında gelen sendikalar, son yıllarda işçi-emekçi haklarına yönelik saldırıların artmasına rağmen, en temel konularda bile ortaya koydukları yetersiz pratik tutum nedeniyle, üyeleri başta olmak üzere, sendikal mücadelenin gerekliliğine ve önemine inananlar tarafından sürekli eleştiriliyor.
Uzunca bir süredir sendikal alanda, işçi ve memur sendikaları cephesinde yaşanan olumsuz gelişmeler, sendikal bürokrasinin de etkisiyle, sendikalara duyulan güvensizliği daha da arttırdı. Yaşanan olumsuzluklara, “içeriden” ve “dışarıdan” yürütülen tüm tartışma ve müdahalelere rağmen, özellikle işçilerin sendikalaşma istekleri ve girişimleri son yıllarda belirgin bir şekilde artsa da, çoğunda tek başlarına mücadelelerini sürdürmek zorunda kaldılar.
Sendikal hareketin bugün karşı karşıya kaldığı sorunların başında, işçi ve emekçilerin örgütlenmeye ilgisizlikleri değil, sendikaların olanaklarını, sendikal hareketin ise dinamiklerini yeterince değerlendirmemesi, sınıf örgütü olmaktan kaynaklı avantajlarını yeterince kullanamaması geliyor. Sendikaların sermayenin emek karşıtı politikalarına karşı faaliyetlerini sadece kendileri ile ilgili konular ve eylemlerle sınırlandırmasının sendikal hareketi getirdiği nokta bugün çok daha net görülebiliyor.
Sendikal alanda yaşanan ve giderek artan olumsuzluklar, sendikaların gerek mevcut yapıları ve işleyişleriyle, gerekse protestocu olmaktan ileri gitmeyen ve birbirinin tekrarı gibi yaşanan eylem tarzları ile daha fazla yol alabilmelerinin mümkün olmadığını gösteriyor.
Gerek örgütlenme tarzları, gerekse sınıf mücadelesi içindeki etkileri açısından sendikal mücadelenin kendisinden beklenen etkiyi yaratamaması, işyerlerindeki emekçiler ile sendikal merkezlerini giderek birbirinden uzaklaştırırken, kaçınılmaz olarak “uzlaşmacı” ya da “diyalogcu”, sırtını patronlara, siyasi iktidara yaslayarak hareket eden bir yapıyı öne çıkardı.
Bazı işçi (Türk-İş ve Hak-İş) ve memur konfederasyonları (Memur-Sen) doğrudan işçi ve emekçileri hedef alan, onların çalışma ve yaşam koşullarını olumsuz etkileyen en açık saldırılarda gösterdikleri işbirlikçi tutum nedeniyle emekçileri savunmasız bıraktılar. Öte yandan sendikal mücadele içinde bir anlamda “dalga kıran” rolü oynayan malum işçi ve memur konfederasyonlarının benimsediği “diyalogcu” ve işbirlikçi sendikacılık tarzına alternatif olabilecek, gerçek anlamda mücadeleci bir sendikacılık pratiği oluşturulamadı.
İşçi ve kamu emekçileri sendikaları alanında yaşanan bütün olumsuzluklara ve zaaflara rağmen, emekçiler kendi örgütlerine sırtlarını tamamen dönmüyorlar. Az çok mücadeleci yönleriyle öne çıkan sendikaların, hareketin ihtiyaçlarına uygun olarak aldıkları kararları destekliyor, çağrı ve eylemlerine sınırlı da olsa katılıyorlar. Ancak sadece bununla yetinmeyerek, sendikaların emekçilerin içinde bulundukları çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmek için daha mücadeleci bir çizgi izlemelerini, iddialı sözlerden çok, somut ve sonuç alıcı adımlar atmalarını bekliyorlar.