Orta gelir tuzağı kavramı iktisat yazınına Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley ekonomi profesörü Barry Eichengreen’in bir çalışmasıyla girdi. Kavram, kişi başına düşen milli gelirin (2005 fiyatlarıyla) 16.000 dolar düzeyine ulaşmış ülkelerde ileri sanayileşme aşamalarına geçebilmek için gerekli üretkenlik ve kurumsal dönüşümleri gerçekleştirmekteki zorlukları betimlemek için kullanılıyor.
Tarihten elde ettiğimiz gözlemlere göre, ekonomiler “orta gelir” düzeyine yaklaştıkça, artık tarımdan kente işgücü transferine ve sermaye yatırımlarının uyardığı yüksek karlara dayanan görece “kolay” büyüme kaynakları uyarıcı gücünü yitirmekte; teknolojiler olgunlaşmakta, giderek eskimektedir. Sermayenin kârlılığındaki gerilemeler sonucunda vasıfsız işgücü ve doğal kaynakların kullanımına dayanan basit teknolojili sermaye birikiminin ivme kaybetmesi kaçınılmaz olmaktadır. İktisatçılar bu düzeyi “orta gelir eşiği” olarak tanımlamakta ve bu noktadan sonra büyümenin kaynaklarının artık sermayenin yeni yatırımlarından değil, üretkenlik kazanımlarından elde edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. İktisat yazını söz konusu eşiğe takılıp kalan ve üretkenlik arttırıcı reformları hayata geçiremeyen ülkeler için “orta gelir tuzağı” kavramını kullanmaktadır. Üretkenliğin artırılması ise beşeri sermayeye eğitim ve araştırma-geliştirme (Ar-Ge) yatırımlarıyla ve kurumsal reformlarla olasıdır.
***
Türkiye’nin orta gelir tuzağı riski ile karşı karşıya olduğunu savunan uyarılar sık sık ulusal ekonomi yazınında gündeme geliyor. Bunlardan en sonuncusu geçen hafta başında Bahçeşehir Üniversitesi BETAM’da görevli meslektaşlarımızın yürüttüğü bir çalışma oldu (*). Profesör Seyfettin Gürsel ve araştırma görevlisi Barış Soybilgen söz konusu çalışmalarında Türkiye’de son iki yılda emek verimliliğinin düşüşe geçtiğini vurgulayarak “her alanda ekonominin etkinliğini artıracak reformlar yapılmadığı takdirde” Türkiye’nin orta gelir düzeyinden uzun yıllar çıkamayacağı uyarısını yapmaktalar.
Ancak, burada çok acil bir soru gündeme gelmektedir: Hangi Türkiye? Örneğin, Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) için hazırlamış olduğumuz 2012 tarihli bir raporda (**) bu soruya değinilmiş ve orta gelir tuzağı kavramı Türkiye’nin bölgesel kalkınma yolundaki farklılıkları sorunu çerçevesinde ele alınarak Türkiye’de “birden fazla Türkiye ekonomisi” olduğu gerçeğinin altı çizilmiş idi. Raporun ana bulgularına göre, kavramın Türkiye açısından sadece niceliksel bir eşiğin belirlenmesi ve bu eşiğin nasıl atlatılabileceği konularından ibaret basit bir istatistik egzersizinden ibaret olamayacağı açıktır. TÜRKONFED’in 2012 raporunda Türkiye, gelir gruplarına göre üç bölgede değerlendirilmektedir: İstanbul, Ankara ve İzmir’in başını çektiği yüksek gelirli Türkiye’nin bölgesel geliri 376 milyar dolara ulaşmakta ve Norveç, İsviçre gibi Avrupa ekonomilerinden daha büyük bir gelirle orta gelir tuzağından çıkışlarının göreceli olarak kolay olacağı görülmektedir. Bu bölge, Türkiye’nin idari, siyasi, ticari ve finansal güç merkezlerini barındırmakta ve geride kalan Türkiye ile olan bağlantıları da zayıflamaktadır. Bunun dışında orta gelirde sıkışma tehlikesi yaşayan Türkiye ile, aslında orta gelir düzeyini yakalama şansı dahi bulunmayan yoksul bir diğer Türkiye gözlenmektedir. Yoksulluk tuzağında kalmış bulunan yoksul Türkiye’nin yaşamakta olduğu bu bölgede ortalama eğitim süresi 5 yıldan dahi az olup (ilkokul mezunu değil); sabit sermaye yatırımlarından yoksun; mevsimlik ve düşük vasıflı işgücüyle merkez kapitalizminin ilkel sömürüsüne ve sosyal dışlanmışlığa uğramış 27 ilimiz bulunmaktadır.
“Orta/yüksek gelirli Türkiye” ile “Yoksul Türkiye” birbirinden kopuk görünmesine karşın aralarındaki işgücü ve sermaye göçü, finansal bağımlılık, ulaştırma ağlarındaki girift yapılaşma ve benzeri mekanizmalarla sürekli olarak birbirini besleyen ve yoksul Türkiye’yi kalıcı olarak yoksulluk tuzağına hapseden bir ikili tuzak (duality trap) yapısı sunmaktadır.
Türkiye ekonomisinin bölgesel yapı farklılıklarını gözeterek yürüttüğümüz projeksiyonlar, var olan büyüme patikası boyunca ulusal gelirin (2010 sabit fiyatlarıyla) 1.200 milyar TL’den, 2025 yılında 2.100 milyara yükseleceğini; ancak zengin ve yoksul bölgeler arasındaki katma değer üretimi farkının daha da genişleyeceğini göstermektedir. Bir başka deyişle, yoksul bölgede katma değerin üretimi ulusal ekonomiden ayrışarak bir tuzağa dönüşmekte ve giderek tüm ulusal gelirin de yavaşlamasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, mevcut süreçler altında yoksul ve orta/zengin Türkiye’nin bir arada varlığı giderek sertleşen bir bölgesel farklılık sergilemekte; söz konusu ikili tuzak birbirini besleyerek tüm ulusal ekonominin potansiyel büyüme hızının durgunluğa itilmesi tehdidini doğurmaktadır.
Türkiye’yi tek bir homojen bölge olarak ele alan ve bölgesel karakteristikleri göz ardı ederek uygulamaya geçirilen politikaların beklenen sonuçları doğurmadığı açıktır. Genel itibarıyla Türkiye, Doğu-Batı ayırımında gelişmişlik farkının derinden hissedildiği bir ülke konumundadır. Küresel dünyayla eklemlenmiş, yüksek gelirli Türkiye’nin sorunları ile yoksulluk tuzağındaki Türkiye’yi birlikte değerlendirebilecek iktisadi kalkınma politikaları ise neoliberal öğretinin piyasa sinyallerine terk edilemeyecek kadar karmaşık ve o derecede önemli bir konudur.
(*) S. Gürsel ve B. Soybilgen,(2013) “Türkiye Orta Gelir Tuzağının Eşiğinde” BETAM Araştırma Notu, No 13/154.
(**) E. Yeldan; K. Taşçı, E. Voyvoda ve E. Özsan (2012, Aralık) “Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Orta Gelir Tuzağı Sarmalında Türkiye” TÜRKONFED (Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu) Raporu, İstanbul.