PARALEL FAİZ
Merkez Bankası, faiz, kur, RTE ve lobi canavarları eşliğinde ekonomide iplerin iyice koptuğu dönemlerden geçiyoruz. Merkez Bankası, ekonomide paralel uygulama nasıl oluyormuş gösteriyor bizlere. Üstelik Erdoğan´ın direktifleriyle. Tarih, faiz artırımına gitmeden faizleri arttıran bir Merkez Bankası örneğini şaşkınlıkla ve bir o kadar da alaycı bir gülümsemeyle izliyor.
Merkez Bankası, faiz, kur, RTE ve lobi canavarları eşliğinde ekonomide iplerin iyice koptuğu dönemlerden geçiyoruz. Merkez Bankası, ekonomide "paralel uygulama" nasıl oluyormuş gösteriyor bizlere. Üstelik Erdoğan’ın direktifleriyle. Tarih, faiz artırımına gitmeden faizleri arttıran bir Merkez Bankası örneğini şaşkınlıkla ve bir o kadar da alaycı bir gülümsemeyle izliyor.
Kendi yarattığı ekonomik düzenin kendi rejimini vurduğu noktada, faizleri artırmanın kaçınılmazlığına çaresizce teslim olan Erdoğan, sadece lafla imaj kurtarmaya çalışıyor. Tanıdık mı tanıdık bir senaryo… Dünün Davos’u bugünün Brüksel’i, yine aynı şov, sahnede Erdoğan ve yine öylesine bir kabadayılık senfonisi. "One minute, alkışlar Merkez Bankası’na"
Gerçekte ne oldu? Merkez Bankası merakla beklenen Para Politikası Kurulu toplantısında hiçbir faizi değiştirmediğini açıkladı. Lakin gerekli gördüğü durumlarda (ek parasal sıkılaştırma gerekli görülürse) bankalararası piyasadaki faizlerin %7,75 yerine %9 olmasını sağlarım dedi. Yani sağ eliyle sol kulağını gösterdi, doğrudan değil dolaylı yoldan faizleri arttırdı. Ne var ki bugün ekonomide alınan kararları iktisadi bir bakış açısıyla yorumlamak veya düzenin diliyle bile değerlendirebilmek artık pek mümkün değil.
Belli ki piyasanın algısıyla hükümetin algısı bugünlerde denk düşmüyor. Bunun elbette tek bir açıklaması var, iktidar içi çatışma bugün ekonomi arenasında öyle bir kızışıyor ki, kararlar iktisadi bağlamdan gittikçe koparak salt siyasi bir nitelikle öylece ortada kalıyor. Ekonomi yönetimi ise bu karara kılıf biçmenin arayışında.
Gerek MALİye Bakanı Şimşek, gerekse de Ekonomi Bakanı Zeybekçi’nin açıklamalarında net döviz açığının yüksek olmadığı ve kurdaki yukarı yönlü hareketin ekonominin temel dengelerine zarar vermeyeceği tekrarlanıp duruyor. Velhasıl rakamlar hiç de öyle demiyor.
Bugün Türkiye ekonomisinde enflasyon sorunu giderek büyümektedir. Karşımızdaki enflasyon da talep enflasyonu değil, maliyet enflasyonudur. Yani kurdaki artış, üretimde kullanılan girdilerin ve enerjinin maliyetini arttırmakta, bu da enflasyonist baskıyı pekiştirmektedir. Türkiye ekonomisi, büyümesini sıcak para girişine endeksleyen bir ekonomi olmasaydı, olası bir faiz artışını maliyet artışını daha da tetikleyebilen ve bugünlerin bir tartışma konusu olan stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) riskinin gerçekleşmesine ekonomiyi bir adım daha yaklaştırabilen etkisiyle açıklamak yeterli olabilirdi. Fakat, bugün dış dünyadan gelecek sermaye akımlarına muhtaç bir ekonomi var karşımızda. Ve bu kaynağı ülkeye çekmenin maliyeti de faiz. Faizler enflasyona göre düşük kaldığında, bu para kaçıyor.
Bugüne kadar AKP de ekonomide yarattığı büyüme albenisini bu faizleri yüksek tutarak dış dünyadan çektiği kaynağa borçlu. Peki bugün faiz artışından kaçınmanın maliyeti ne? Kurdaki yükseliş enflasyonu tetiklediği gibi bir de özel kesimin dış borç stokunu şişirdikçe şişiriyor. Özel kesimin elindeki dış borç 2013 3. çeyrek itibariyle 255 milyar doların üzerinde. Bu, önlem alınmaz ise şirketleri ciddi bir maliyet kısma yoluna itecektir ki bunun Türkiye’deki pratiği işten çıkarmalar olmuştur.
MALİye Bakanı Şimşek’in "o kadar da riskli değil" dediği kısa vadeli net döviz açığı ise patlamaya yakın bir dinamit gibi. Kısa vadeli dış borç stoku, kasım ayı sonu itibariyle 2012 yılı sonuna göre yüzde 28,7 oranında artışla 129,4 milyar dolara yükseldi bile. Kurdaki tırmanış önlem alınmaz ise ilk buradaki dinamiti patlatacak, buna kuşku yok. Kuşkusuz faiz artışı, toplumun emekçi kesimleri için arzu edilen durumlar yaratmaz.
Faizlerin artması, toplam gelirde emeğin payından faiz gelirlerine doğru bir transferi meydana getirir. Dolayısıyla artışın savunulacak bir yanı yoktur. Bu artışın kaçınılmaz hale gelmesi sadece her yanı göçük haline gelmiş, askıda duran ekonomilere özgü bir hadisedir. Şüphesiz lobi gibi yarattığı sahte canavarlar üzerinden yazdığı sahte kahramanlık hikayeleriyle hükümet bu işi çözemez. Artık bunu dünya kamuoyu da yemez.
Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal olduğunu bildiği için, artık sadece karizmayı kurtarmanın peşinde olduğu da bir gerçek. Esasında artmış olan faizleri "artırmadığı" için Merkez Bankası’na Brüksel’den aferin veren Erdoğan’ın davranışları başka nasıl açıklanabilir ki?