Görece yüksek faiz oranıyla, vahşi özelleştirme uygulamalarıyla, Cumhuriyet’in kazanımlarını tahrip etme politikalarıyla, Türkiye’nin tarımını bitirme politikalarıyla, doğayı, denizi, ovayı, tarlayı, dereyi, gölü, ırmağı imara açan yerel yönetim politikalarıyla Batı’ya cazip gelen AKP iktidarı, bu sayede olası krizleri önleyebilmiştir.
ABD’den aldığı destek ve teknik bilgiyle istihbaratçılığı ve ispiyonculuğu yönetim aracı yapan AKP, krize dönüşebilecek stratejik yanlışlarını gündeme getirecek dinamikleri, geçici olarak da olsa bertaraf edebilmiştir.
Kronik hale gelmiş olan ve GSYH’nin yüzde 8’lerinde dolaşan cari açık, sayısal iyileştirmenin mimarı FED’in piyasaya sürdüğü kolay dolarlardan sebeplenen piyasalar nedeniyle krize dönüşmemiştir.
Sıcak para, demografik fırsatlar penceresi’nin (faal nüfusun toplam nüfus içindeki payın yüzde 70’lere ulaştığı konjonktürün ortaya koyduğu üretim ve yatırım artışı) yarattığı ekonomik ivmenin AKP iktidarıyla çakışması, artan turizm gelirleri, cari açık ve kredilere dayalı büyüme oranları, yüksek özelleştirme gelirleri ve gündem değiştirme politikaları aracılığıyla bütün krizleri geçiştiren AKP; uyguladığı politikalar ve onların resmettiği göstergelerle ekonomik krize yelken açmaktadır.
Ekonomi yasalarını ihlal eden AKP
Kamu kurumlarına vahşi siyasal müdahaleler, kurumların etkinliği ve verimliliğini ortadan kaldırmıştır. “Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen RTE’’ efsanesi, kamu kurumlarıyla yetinmeyen Başbakan’ın özel sektöre de müdahaleye yeltenmesine neden olmuştur. Piyasa kurallarıyla yönetilen özel sektör işletmeleri, siyaseten yönetilmeye başlanmıştır. Seçimlerle yöneticileri belirlenen kurumlara, kurumların genel kurullarına müdahale edilmiştir. Demokrasi bir tarafa bırakılarak; STK’ların genel kurulları, AKP il ve ilçelerinin genel kurulları havasına dönüştürülmüştür.
Özerklik yasasıyla bugünlere başarıyla gelen Merkez Bankasını, “faizi yükseltme, faizi düşür “dayatmalarıyla ekonominin ve piyasaların kurallarının egemen olduğu mecradan uzaklaştırmaktadır. Değerli Türk lirası ya da yüksek döviz kuruna karar vermede ekonominin genel ve uzun süreli dengelerini gözetme yerine, sıklıkla ithalatçılar gözetilmiştir.
Sıcak paranın sahte saadeti, reformların saadeti kabul edilerek, yapısal reformların yapılması göz ardı edilmiştir. Merkez Bankası, yargı, üniversiteler, medya ve STK’lar misyonlarını yerine getiremez hale gelmiş, bundan endişe eden uzun vadeli yatırımcılar, yatırımlarını başka ülkelere kaydırmışlardır. Eş deyimle, üçüncü sektör ve dördüncü kuvvet devre dışı bırakılmış, bunu uluslararası olumsuz etkileri olmuştur. AVM’ler vahşice desteklenmiş, içtenliksiz “KOBİ’ler, KOBİ’ler’’ tekerlemeleriyle solo işletmeler ve mikro işletmeler yok sayılmıştır.
Dış politikada “sıfır sorun doktrini’’ diye pazarlananın, temelsiz ve hazırlıksız bir fantezi söylemi olduğu anlaşılmıştır. Suriye politikası iflas etmiş, Ortadoğu ihracatı darbe almıştır. Yolsuzluklara ve iddialarına müdahale edilmemesi nedeniyle yalnızlaşan ve kredi değeri düşen AKP iktidarı, uluslararası merkezli bir felaketi önlemek için “Ermenilere taziye’’ mesajına sarılmıştır. Yoksulluk yardımları, zenginleştirme politikalarının gizlenmesine örtü yapılmış, sosyal politikalar aracılığıyla gelir dağılımı adaletsizliği kronik hale getirilmiştir.
Kriz sinyalleri veren göstergeler
Uluslararası bir kuraldır; bir yılda bir ulasal para birimi, kısa sürede yüzde 25’ten fazla değer kaybederse, bu kriz kaynağı olabilir. 17 Aralık sonrasında bir ara dolar 2.30 ‘a yaklaşmıştır. 2013’te 1.70’lerde olan dolar esas alındığında, oran yüzde 25’in üzerindedir. FED’in varlık alımını azaltma kararından sonra, dolar karşısında en çok değer kaybeden para birimi, Güney Afrika’nın para biriminden sonra 2.’liği alan Türk lirasıdır. Devalüasyonu durdurmak için MB gereğinden fazla döviz satmıştır.
Cari açık başa bela olmayı sürdürmektedir. Yüzde 8’lerdeki bir oran kriz sinyalidir. 2014’ün ilk 2 ayında açık, 8.1 milyar dolardır. Tasarruf oranı, yüzde 14’lere gerilemiştir. Gelir dağılımı adaletsizliğini artıran politikaların eseridir bu alandaki düşüş. Otomotiv sektöründe üretim düşmekte, pazar daralmaktadır. Üretim Mart’ta yüzde 3, pazar yüzde 30 daralmıştır. İnşaatta da gerilemeler yaşanmakta, Mart’ta konut satışları, geçen yılın aynı ayına göre, yüzde 11 oranında gerilemiştir. Faiz oranı yüksektir, fakat düşürülmesi daha tehlikelidir. Bereket, MB baskılara karşın, 24 Nisan’daki Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizini yüzde 10’da, faiz koridorunu yüzde 8-12’de tutmaya karar vererek değişikliğe gitmedi.
Kamu borcunu GSYH’nin yüzde 34’üne düşürmekle övünen AKP iktidarı, özel sektörün 250 milyar doları aşan borcunu yok saymaktadır. Üstelik, borcun kısa vadeli ödemeleri sektörü zorlamakta, buna bağlı kırılganlık ekonomiyi zora sokabilecektir. Cari yıldaki büyüme oranı, tahminlerin aksine yüzde 2’lerde gerçekleşecektir. IMF’in tahmini yüzde 2.3’tür. Yıllar önce, notu düşürülünce kredi derecelendirme kuruluşlarına kızan RTE’nin, Türkiye’nin görünümünü normalden negatife çeviren Moody’s’e diyecek sözü var mıdır acaba? Niteliksel değerlendirmelerimiz, niceliksel ekonomik göstergeler ve nihayet uluslararası toplumun negatif kanaati, krize sürüklenme sürecindeki Türkiye’yi resmetmektedir. Bekleyip görelim…