SANAYİ ÜRETİMİNDE HIZLI ARTIŞ
Ulusal ekonomiye ilişkin son veriler 2010’un son çeyreğinde ekonomik aktivitenin ivmelenerek hızlandığını gösteriyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre sanayi üretimi aralık ayında, geçen senenin eşdeğer dönemine görece yüzde 16.8 oranında artış gösterdi. Mevsimsel etkilerden arındırıldığında büyüme hızının yüzde 17.4’e değin yükseldiğini görüyoruz. İmalat sanayiine baktığımızda ise, sektördeki yıllık büyümenin yüzde 19.5’e ulaşmakta olduğu hesaplanmakta.
Söz konusu hızlı büyüme performansının düşük baz etkisi, canlı iç talep, uluslararası konjonktürün olumlu katkısı ve benzeri bir dizi açıklayıcı öğesi var kuşkusuz. Ancak bunlar arasında bir diğer önemli gelişme daha var ki, ulusal ekonominin içine sürüklenmekte olduğu dengesizliğin ve sanayi üretiminde var olan yapısal çarpıklıkların derinleşmesi bakımından bizleri kaygıya sevk ediyor.
Nitekim geçen hafta sonu açıklanan bir diğer veri de ulusal ekonominin dış dengelerine ilişkin idi. TC Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’nin 2010 yılındaki birikimli dış açığı (cari işlemler açığı) yeni bir rekor kırarak 48.5 milyar dolara ulaşmıştı. Bu rakam dış açığın Türkiye’nin 2010 yılı milli gelirinin yüzde 6.5’ine ulaşacağını göstermekte.
Cari işlemler açığının yarattığı sorunların aslında açığın rakamsal büyüklüğünden değil, açığın bizzat finanse ediliş biçiminden kaynaklanmakta olduğunu bu köşede sık sık dile getirmekteyiz: Türkiye’nin dış açıkları giderek daha yoğun biçimde spekülatif nitelikli ve kısa dönemli finansman kalemleriyle karşılanmaktadır. Cari açığın finanse ediliş biçiminin ‘kalitesizliği’ ulusal ekonomide önemli bir istikrarsızlık tehdidi oluşturmaktadır.
***
Ancak, cari işlemler dengesinde yaşanan bu istikrarsızlık olgusu sadece ileriye dönük bir tehdit unsuru ile sınırlı değildir. Cari açığın boyutları, ulusal ekonominin içine sürüklendiği dışa bağımlılık tehdidini derinleştirmekte ve Türk sanayisini yurtdışından ara malı ithalatının tahribatına karşı savunmasız kılmaktadır. Ulusal sanayi, artık yurtdışından ithalat yapabildiği ölçüde üretim yapabilen; ithalat olanakları kısıtlandığında ise daralan, bağımlı bir yapı görünümündedir. TÜİK’in imalat sanayii üretim ve ithalatına ilişkin verileri bu saptamayı net bir şekilde dile getirmektedir. Aşağıdaki şekilde krizin baş gösterdiği 2008’den başlayarak imalat sanayiinde üretim endeksi ve ithalat miktarları çizilmiştir. Sanayi üretimindeki dalgalanmaların ithalat hacmine olan duyarlılığı açık olarak izlenebilmektedir. İthalatta finansman sorunlarının yaşandığı “Temmuz 2008 – Ocak 2009” arasında imalat sanayii üretimi yüzde 50’ye varan bir çöküşe sürüklenmiş; ithalatın genişlediği bu yılın ağustos ayından itibaren de sanayi üretimi ivmelenmiştir.
Kaynak: TÜİK.
Sanayinin dışa bağımlı yapısının yaratmakta olduğu en şiddetli tahribat, ulusal sanayide dikey ve yatay ara malı – girdi/çıktı teknolojik bağlantılarının kopartılması ve sanayinin ekonominin diğer kesimleriyle olan ekonomik etkileşiminin engellenmesidir. Dolayısıyla, cari açığa neden olan ithalat bağımlılığı sadece ileriye dönük bir istikrar konusundan ibaret değil, doğrudan doğruya güncel bir sanayileşme stratejisi sorunu olarak karşımızda durmaktadır.
Bu konuyu geçen haftaki yazımızda da işlemiş ve şu değerlendirmelerde bulunmuş idik:
“Yüksek teknolojili, dinamik, ancak görece küçük üretim merkezlerinin, ekonominin geri kalan geleneksel kesimleriyle çok kısıtlı girdi çıktı bağlantılarının bulunması, ulusal ekonomilerde ikili bir yapı yaratmakta ve bölgesel eşitsizliklerin ve sosyal dışlanmışlığın ana nedeni olmaktadır. Sanayi Strateji Belgesi, içini doldurmadan bir fetiş haline getirdiği rekabet gücü ve AB’ye üyelik kavramlarıyla Türkiye’nin orta uzun dönem geleceğini Belindia yapısına uyarlama tehlikesi içermektedir.”
Türkiye’nin sanayileşme stratejisi sorununun ne basit bir kur dengesi hesabı; ne de “15 günde bir torba yasa” telaşıyla yerli ve küresel sermaye çevrelerine sunulacak bir ev ödevi mantığıyla çözülemeyeceği çok açıktır.
ERİNÇ YELDAN – CUMHURİYET