SESİMİ DUYAN VAR MI?
Son bir yılda gerçekleşen enflasyon rakamları hem beklentileri, hem de etkili ve yetkili kesimlerin hesaplarını iyice bozmuş gibi görünüyor.
Son bir yılda gerçekleşen enflasyon rakamları hem beklentileri, hem de etkili ve yetkili kesimlerin hesaplarını iyice bozmuş gibi görünüyor. Buradan hareketle durumu kendi kafalarına göre düzeltmeye çalışıyorlar: yüksek oranlı artış sergileyen gıda maddesi fiyatlarının enflasyon hesabı içindeki tartısı düşürülürse bir miktar rahatlama yaşanacağını umuyorlar.
Hükümet içindeki bazı Bakanlar ve Merkez Bankası Yönetimi açıkça bu yönde çağrı yapabiliyor; işin tuhafı ne Meclis içindeki muhalefet partilerinden, ne de sendikalar ve diğer sivil toplum örgütlerinden hiçbir tepki gelmiyor. Sözde kalan demokrasimizin üzerindeki ölü toprağı kalınlaşıyor. Yetim hakkı yemeyecek ve yedirmeyecek adam bulmak giderek zorlaşıyor.
KENDİLERİNCE ÇALIP OYNUYORLAR
Bugün uygulanan enflasyon hesabını yapısı ve tartıları 2005 tarihinde değişti; seri bir şekilde gerileyebilmesi ve belirsizlik yaratan oynaklıkların azaltılması adına hane halkının ortalama tüketim yapısından uzaklaşıldı. Zorunlu ihtiyaç kapsamındaki gıda ve alkolsüz içeceklerin 2005’te yüzde 28’i bulan tartısı, kademeli olarak düşürülerek bu sene yüzde 24’e geriletildi. Şimdi işler umdukları gibi gitmeyince bundan bile rahatsız oluyor ve söz konusu tartının daha da geriletilmesi için bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Gerekçeleri de belli: Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran daha düşükmüş! Kimse de sormuyor, oralardaki ortalama gelir Türkiye’dekinin kaç katı diye! Kendilerince çalıp oynayabiliyorlar.
SONUÇLAR UYUŞMUYOR
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından bu hafta içinde açıklanan Gelir ve Yaşam Koşulları araştırmasına göre, 2013 yılı için ortalama yıllık hanehalkı kullanılabilir geliri 29 bin 479 Türk lirası imiş; nüfusumuzun ise sadece yüzde 15’i yoksulluk sınırının altında yaşıyormuş! Bu rakamlara bakarak yaşam açısından ülkemizin dünyadaki en ucuz ülkelerden biri olduğunu ve nüfusumuzun yüzde 85’inin orta ve üst gelir grubuna mensup olduğunu düşünebilirsiniz. Araştırmadaki yaşam koşulları sonuçları ile bu görünüm hiç mi hiç uyuşmuyor. Neyse biz konumuza dönelim ve ortalama aylık hanehalkı kullanılabilir gelirini hesaplayalım: Yıllık rakamı 12 aya böldüğümüzde 2 bin 456 Türk lirası rakamı ile karşılaşıyoruz.
Yani hanehalklarının yarısının kullanılabilir geliri bu rakamın altında, diğer yarısının ise üzerinde olduğunu not edelim ve soralım: Bu ortalama rakamın yüzde kaçı mutfak masrafına, başka bir deyişle gıda ve alkolsüz içeceklere gider? Oranın yüzde 24 veya daha altında olması mümkün müdür?
Türk-İş Konfederasyonunun 2014 Ağustos ayı Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması, aklımızı başımıza getirebilecek rakamlar sunuyor. Dört kişilik ailenin aylık olarak açlık sınırı bin 175, yoksulluk sınırı ise 3 bin 826 Türk lirası imiş; bir kişinin aylık yaşam maliyeti bin 394 Türk lirasıymış ve net asgari ücret bir kişinin sadece on dokuz günlük ihtiyaçlarını karşılayabiliyormuş.
Bu rakamlar ile TÜİK in verileri de hiç uyuşmuyor, sanki çok farklı iki ayrı bölgeyi temsil ediyor gibiler. Türk-İş’in açlık sınırı rakamı, günde kişi başına 10 Türk lirasının biraz altında bir rakamla asgari 2000 kalori alınarak mutfak ihtiyacının karşılanmasını gerektiriyor; daha gerçekçi bir görünüm sergiliyor.
GIDANIN PAYI YÜZDE 48 OLMALI
Şimdi sadede gelelim ve gaflet uykusundakilere seslenelim. TÜİK’in aylık kullanılabilir ortalama geliri ve Türk-İş’in hanehalkı açlık rakamlarından hareket edersek, gıda maddelerinin enflasyon hesabı içindeki tartısının yüzde 48 olması gerekiyor. Bugünkü yüzde 24’lük oranı yüksek bulanlar ne yapmaya çalışıyor? Enflasyonu olduğundan düşük göstermeye çalışmak hem adaletsizlik, hem de yetim hakkının yenmesi değil midir? Çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşamaya zorlayıp sadakaya muhtaç hale getirerek, yozlaşmış sistemi korumak mümkün olabilir mi?