BUNDAN tam bir yıl önce, 13 Mayıs 2014’de Türkiye’nin en büyük maden kazası yaşandı ve Manisa’nın Soma ilçesinde 301 madenci yaşamını yitirdi. Kaza sonrası kamuoyunda maden ve iş kazaları konusunda çok şey tartışıldı. Hükümet bu kazaların bir daha olmayacağını, kesin, radikal önlemler alınacağını söyledi.
Bunca lafa rağmen somut bir adım atılmadı. Bir şey yapılmadığını en önemli kanıt ise Soma kazasından sonra, 28 Ekim’de Ermenek’te meydana gelen yine maden kazası ve 18 madencinin hayatını kaybetmesi oldu? Soma katliamının birinci yılını anarken, iş ve maden kazalarının bir kader olmadığını, "işin fıtratında bulunmadığını" bir kez daha hatırlatmak gerekiyor.
Bu kazaların en önemli nedeni, hakim olan genel ekonomik anlayıştır. Yani işçisi ve vatandaşının hayatını ve sağlığını düşünmeyen, insan haklarına saygı göstermeyen anlayışın getirdiği kaçınılmaz sonuçlardan biridir.
Soma Kazasının 1. yılında TV’lerin canlı yayınlarına izin verilmemesi de, siyasi otoritenin valiler kanalıyla uyguladığı otoriter anlayışın çarpıcı bir göstergesidir. Peki bu siyasi anlayışla çağdaş bir ekonomik sistem kurulabilir mi?
Son yıllarda hep konuştuğumuz orta gelir tuzağı kavramı var ya. İşte bu tuzaktan kurtulmak, sadece üretimi artırmaktan geçmiyor; aynı zamanda adil ve çağdaş bir ekonominin kurumsallaşmasını sağlamak gerekiyor. Bu anlayış, sizce ekonomiyi kurumsallaştırabilir mi, ya da Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkmasını sağlayabilir mi? Hukuku bu hale getirenler bunu yapabilirler mi? Kendine yakın sermaye, istediğini istediği koşullarda çalıştırsın, nasıl olsa "işin fıtratında var" diyerek biz kaderci halka bunu yuttururuz diye özetlenebilecek bir anlayışla, Türkiye ekonomisinin kurumsallaşamayacağı, dolayısıyla yüksek ve istikrarlı büyüme ortamına geçilemeyeceği, bence artık çok açık.
Özetle; Soma kazasına rağmen önlem alınmaması aslında Başkanlık tartışmaları, ekonominin kurumsallaşmasının başı olan Merkez Bankası’nın bağımsızlığı tartışmalarıyla birlikte ele alınmalı. Aynı şekilde emekli ve işçiye muhalefet partilerinin gelirlerini düzeltecek vaadlerine karşı işverenleri açıkça savunan sözler etmek de, bu ilkel ekonomik anlayışın bir sonucu. Hiç bir çağdaş ülkede politikacı, sadece işveren yanında olduğunu bu kadar açık edemez…
İnsan Hakları Derneği (İHD) "Soma katliamı" olarak nitelediği olay üzerine bir araştırmasını yayımladı. Tarihteki büyük iş kazalarının sayıldığı açıklamada Türkiye’nin ölümlü kazalarda Avrupa birincisi, Çin’den sonra dünya ikincisi sırada yer aldığı hatırlatıldı. Türkiye’de yaşanan iş cinayetlerinin sadece maden sektöründe yaşanmadığı, inşaat, yol, tersane ve birçok endüstriyel alanda her gün ortalama 4 işçinin yaşamını kaybettiğinin altı çizildi. Türkiye’de her saat 80 iş kazası yaşandığı ve yılda 706 bin işçinin iş kazası gerçeği ile karşılaştığı, her 10 iş kazasından sadece 1 tanesinin SGK kayıtlarına yansıdığı belirtildi. Son 13 yılda iş kazalarında yaşamını kaybeden işçi sayısı 14 binin üzerinde olduğu belirtilirken, bence bu mevcut ekonomik anlayışı da çok iyi özetliyor.
Açıklamada, "bu rakamlar Türkiye’de iş cinayetlerinin sistematik hale geldiğini, bunun temel nedeninin de, Hükümetin emek karşıtı politikaları, taşeronlaştırma, özelleştirme, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında gerekli yatırımın ve denetimlerin, maliyet gerekçesiyle işlevsizleştirilmesi olduğu bilinmektedir" denildi.
Ne kadar kaderci olsa da, bence bu halk bu ilkel anlayışı hak etmiyor…