SOSYAL DEMOKRAT SENDİKALAR HAREKETİ VE DGM DİRENİŞİ
Türk-İş içindeki CHP’li sendikacılar, 1976 yılında “Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar” adıyla yeni bir hareket başlattı. Bu yapı, 1971 yılında Abdullah Baştürk ve Genel-İş’in önderliğini yaptığı “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi”nden farklı bir girişimdi.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
CHP’nin İstanbul Milletvekili Abdullah Baştürk’ün genel başkanlığındaki Genel-İş Sendikası 26 Haziran 1975 tarihinde Türk-İş’ten ayrıldı ve 5 Haziran 1976 tarihinde DİSK’e katılma kararı aldı. DİSK Yönetim Kurulu da Genel-İş’in DİSK’e üyelik başvurusunu 1 Temmuz 1976 tarihinde kabul etti. Bu tarihte iktidarda Süleyman Demirel’in başbakanlığında AP-MHP-MSP koalisyonunun Milliyetçi Cephe Hükümeti bulunuyordu.
Türk-İş’in 10. Genel Kurulu 12-18 Nisan 1976, Genel-İş Sendikası’nın 3 Ağustos 1975 tarihinde Türk-İş’ten ayrılmasından kısa bir süre sonra, toplandı. Genel kurulda Türk-İş’in siyasi partilerle ilişkileri konusunda ayrıntılı tartışmalar yapıldı ve Türk-İş Ana Tüzüğü’nde partilerüstü politika konusundaki tavır aşağıdaki şekilde yeniden düzenlendi:
“Türk-İş’in takip edeceği siyasi politika:
“Türk-İş siyasi partilere karşı mutlak bağımsızlığını korur. Siyasi partilerle organik bağ kuramaz. Türk-İş, kendi ilke ve amaçlarını tahakkuk ettirmek için demokratik kurallara inanan, herhangi bir siyasi partiyi destekler veya bir siyasi partinin kurulmasına öncülük yapar.
“Desteklemenin şekli ve şartlarıyla kuralları, Türk-İş İcra ve Yönetim Kurullarının ortak toplantısında karara bağlanır. Bu karar, kurulların üye sayısının 2 / 3 çoğunluğu ile alınır. Karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından genel seçim kararı alınması tarihine kadar veya bu tarihten itibaren en geç bir hafta içinde ve bir toplantıda alınamazsa, derhal Türk-İş Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağrılır.” (Türk-İş, Türk-İş Anatüzüğü ve Yönetmelikleri, 1976, Madde 5, s.11)
Türk-İş’e bağlı bazı sendikaların oluşturduğu “Sosyal Demokrat Sendikalar Hareketi”, 1976 yılında Devlet Güvenlik Mahkemeleri konusunun gündeme gelmesinin ve DİSK’in bu konuda açık tavır almasının ardından ortaya çıktı.
DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ VE DİSK’İN GİRİŞİMLERİ
12 Mart darbesinden sonra sıkıyönetim komutanlıklarına bağlı askeri mahkemelerde görülen davalar uzadı. Sıkıyönetim Kanununda, sıkıyönetimin sona ermesi durumunda bile sıkıyönetim mahkemelerinin görevlerine devam edeceklerine ilişkin hüküm (Madde 23), Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Buna göre, sıkıyönetim bittiğinde sıkıyönetim mahkemelerinde görülen davalar normal mahkemelere devredilecekti. Bu devir işlemine karşı çıkan güçler, Devlet Güvenlik Mahkemelerini gündeme getirdiler. (Halit Çelenk, “Güvenlik Mahkemeleri,” Cumhuriyet Gazetesi, 16.12.1972, aktaran Mutlu Kurtuluş (der.), Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Sorun Yay., İst., Ağustos 1976, s.28-29. Mutlu Kurtuluş’un DİSK’in DGM Direnişi öncesinde yayımlanan bu önemli derlemesinde, değerli hukukçuların Devlet Güvenlik Mahkemeleri konusundaki yazıları, DGM’lere ilişkin 1773 sayılı Yasa’nın tam metni, Anayasa Mahkemesi’nin DGM’lere ilişkin iptal kararının tam metni, DİSK’in, çeşitli siyasal partilerin temsilcilerinin ve bazı yazarların görüşleri yer almaktadır.)
15 Mart 1973 günü kabul edilen ve 20 Mart 1973 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1699 sayılı Yasa ile Anayasa’nın 30, 57, 136 ve 148. maddelerinin bazı bentlerinde değişiklikler yapıldı ve 2 geçici madde eklendi. 136. maddeye eklenen bentlerle, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşları ve yetkileri belirlendi: “Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri, Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulur.”
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkındaki 1773 sayılı Yasa, 26.6.1973 tarihinde kabul edildi ve 11.7.1973 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Ancak, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi, 1773 sayılı Yasa’nın 1. ve 6. maddelerini Anayasa’ya aykırı bularak, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi ise 6.5.1975 günlü kararıyla, bu maddeleri biçim yönünden Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti. Ancak, bu iki maddenin iptali Yasanın tümünü uygulanamaz hale getirdiği için, Yasanın bütünü ile iptaline ve kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verdi. Anayasa Mahkemesi, Yasayı usul yönünden iptal ettiği için, itirazın esasını incelemeye gerek görmedi. (Halit Çelenk, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Niçin Kaldırılmalıdır? Çağdaş Hukukçular Derneği Yay. No.1, Ank., 1976) Anayasa Mahkemesi tarafından tanınan bir yıllık süre 11 Ekim 1976 tarihinde sona erecekti.
Yasaya göre, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, bir başkan, iki hakim ve iki askeri hakim üyeden oluşacaktı. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevine giren suçlar arasında, 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda yazılı suçlar da yer alıyordu (Madde 9/B/3).
Kanun gerekçesinin 9. maddeye ilişkin bölümünde şu değerlendirme yapılıyordu:
“Maddenin birinci fıkra, B bendinde sayılan ve Türk Ceza Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı bulunan suçlar; ancak Devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlendikleri ve doğrudan doğruya Devlet güvenliğini ilgilendirdikleri takdirde, soruşturma ve kovuşturmaları bu kanuna tabi olacak, başka bir ifade ile, o takdirde bu suçlar Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevine girecektir.
“B bendinde zikredilen söz konusu suçlar, şayet yukarda ve bendin ilk cümlesinde yazılı maksatla veya bu maksada matuf işlenmedikleri ve doğrudan doğruya Devlet güvenliğini ilgilendirmedikleri takdirde de, soruşturma ve kovuşturmaları yürürlükteki genel hükümlere göre intac edilecektir.
“Bu bent için öngörülen kıstas, fiilin, Devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine yönelmiş olarak işlenmesi ve doğrudan doğruya Devlet Güvenliğini ilgilendirmesidir. Fiilin bu mahiyette ve bu amaca yönelmiş olarak işlenmesini takdir edecek merciler de, şüphesiz kanunların yetkili ve görevli kıldığı adli merciler bulunmaktadır.
“İşlenen fiilin bu niteliğini, vukuunda veya soruşturma safhasında doğrudan doğruya Devlet Güvenlik Mahkemesi savcıları ile yetkili Cumhuriyet Savcıları ve askeri savcılar; kovuşturma safhasında da bizzat Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve diğer yargı organları takdir ve tayin edecekler, Devlet Güvenlik Mahkemelerine intikal edecek olaylarda, yerinde tabiri ile, ilk süzgeç vazifesini bu mahkemeler nezdindeki Cumhuriyet savcıları ifa edeceklerdir.
“Olayın soruşturma veya kovuşturma safhasında bu nitelikte işlendiği anlaşıldığı takdirde, soruşturma veya kovuşturma hangi safhada bulunursa bulunsun, ilgili Cumhuriyet Savcısı veya suç askeri mahalde işlenmişse Askeri Savcı yahut mahkeme tahkikat veya dava dosyasını görevli ve yetkili Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığına veya bu kanalla Devlet Güvenlik Mahkemesine tevdi edeceklerdir.”
DİSK bu konuyu ciddi bir biçimde 1976 yılı Temmuz ayının ilk günleri gündemine aldı.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, 4 Temmuz 1976 günü İzmit’te Oğuz Sineması’nda yaptığı konuşmada, “bugüne dek en büyük desteği DİSK’ten gören CHP yöneticileri Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasasına karşı olduklarını açıkça ifade etmelidirler; Seçimlerden önce bunu ilan edecek oldukları takdirde, kendilerini bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da DİSK olarak destekleyeceğiz,” dedi. (Cumhuriyet Gazetesi, 5.7.1976)
5 Temmuz 1976 tarihli DİSK Ajansı bir özel sayı olarak hazırlandı. “İşçi Sınıfına ve Kamuoyuna DİSK’in Uyarısı” başlıklı bülten 1 milyon adet basılarak dağıtıldı. (DİSK Ajansı, Özel Sayı, 5.7.1976)
DİSK Genel Sekreteri Mehmet Karaca ise verdiği demeçte, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” anlamına geldiğini, “sınıf mahkemeleri” olduğunu belirtti. (Politika Gazetesi, 7.7.1976) TÖB-DER, TÜS-DER, TÜM-DER, TÜTED, TÜMAS ile TMMOB’ye bağlı odaların İstanbul’da bulunan 11 şubesi 7 Temmuz 1976 günü ortak bir bildiri yayınlayarak, DİSK’in çağrısını desteklediklerini açıkladılar. (Cumhuriyet Gazetesi, 8.7.1976)
DİSK, 10 Temmuz 1976 günü Bursa Mitingini düzenledi. Kemal Türkler, bu mitingde yaptığı konuşmada devlet güvenlik mahkemelerine karşı direnmenin gerekli olduğunu şöyle vurguladı: “DİSK bugün, ülkemizin en etkin ve disiplinli sendikal örgütü olarak DGM’ye karşı seferberliği başlattı. Kaybedecek bir an bile yok. DGM’yi önlemek tüm ilerici ve demokrat güçlerin, güç ve eylem birliğiyle olanaklıdır. DGM’yi engellemek için toplumsal direniş somut temellere oturmalı, en geniş biçimde oluşturulmalıdır.” (DİSK Ajansı, 976/180, 10.7.1976)
TÜRK-İŞ ÜYESİ SOSYAL DEMOKRAT SENDİKALAR
Devlet Güvenlik Mahkemeleri konusundaki tartışmalar Türk-İş sendikalarına da yansıdı. Türk-İş içindeki CHP yanlısı bazı sendikacılar bu konu temelinde bir örgütlenmeye gittiler.
“Türk-İş üyesi sosyal demokrat sendikalar” 12 Temmuz 1976 günü “devlet güvenlik mahkemelerine karşı olduklarını” açıkladılar. Açıklamada şu görüşler ifade edildi:
“Bugün ülkemizde özgürlükçü demokrasi, özellikle hükümet partilerinden, bu partilerin koruduğu sorumsuz güçlerden, bu güçlerin, Hükümet desteği ile başvurduğu zorbalıklardan gelen tehdit altındadır.
“Öğretmen ve memur kıyımı ile, işçileri temel hak ve özgürlüklerinden yoksun duruma düşüren memurlaştırma eylemi ile, yurdun her yanında düzenlenen sistemli saldırılar ve saldırganları koruma çabası ile, fabrikalarda, üniversitelerde ve sokaklarda sürdürülen tedhiş faaliyetleri ile faşist baskı yoğunlaştırılmakta, ekonomik olanaklar bir avuç çıkarcının sınır tanımaz çıkarlarına tahsis edilmekte, Türk halkı örneği görülmemiş bir huzursuzluğa itilmektedir.
“Bütün bu oluşumların temelinde işçi sınıfını sindirme, etkinliğini önleme, sermaye sınıfının çıkarlarına dayalı bir düzeni sürdürme amacı yatmaktadır.
“Ulusal düzeyde de, uluslararası düzeyde de özgürlükçü demokrasiyi yaşatamayan, üstelik bozan ve yozlaştıran kapitalizm, bugün Türkiye’de 1970’lerde yaptığını tekrarlama hazırlığı içindedir.
“Çoğulcu siyasal hayattan çekinen kapitalizm ve onun iktidar temsilcileri için hedef, kendilerini koruyucu olarak otoriter ve diktacı bir anlayışı seçmek, bu yoldan özgürlükçü demokrasiyi ortadan kaldırmaktır. Yaygınlaştırılan zorbalık gibi, devlet güvenlik mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi çabasının gerisinde de bu özlem yatmaktadır. Varlığını ve gücünü özgürlükçü demokrasiden alan Türk işçi sınıfı bu gelişmeleri dikkatle izlemektedir. Özgürlükçü demokrasiyi ve demokratik hukuk devletini yaşatabilme olanaklarını zedeleyebilecek her girişim, karşısında, Türk işçi sınıfını ve sosyal demokrat sendikaları bulacaktır.” (Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar, Devlet Güvenlik Mahkemelerine Neden Karşıyız? Ankara, 1976, s.3-4)
Yol-İş Federasyonu’nun genel merkezinin bulunduğu adresi kullanan “Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar” 13 Temmuz 1976 günü “Yürütme Kurulu” adına kamuoyuna bir açıklama yaptı (Sirküler 76/1). Bu açıklamada şöyle deniyordu:
“Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar adına Yol-İş Federasyonu Genel Başkanı Halit Mısırlıoğlu tarafından yapılan açıklama ilişiktir.
“Sosyal Demokrat Sendikalar adına yapılan açıklamada, özgürlükçü demokrasiye yöneltilen tehditler karşısında işçi sınıfına düşen ödevler belirtilmekte; devlet güvenlik mahkemelerini etkinleştirme çabasının gerisinde yatan zihniyet ortaya konarak, ‘özgürlükçü demokrasiyi ve demokratik hukuk devletini yaşatabilme olanaklarını zedeleyebilecek her girişim, karşısında, Türk İşçi Sınıfını ve Sosyal Demokrat Sendikaları bulacaktır’ denilmektedir.
“Sosyal Demokrat Sendikalar için hedefin, ‘özgürlükçü demokrasiyi korumak; eşitlikçi, demokratik ve âdil bir düzen kurmak olduğu’ kaydedilen açıklamada, işçilerin, ‘bu düzenin kurulması için Sosyal Demokrat Sendikalar önderliğinde, siyasal yaşama yön verecekleri’ belirtilmiştir.
“Açıklamaya göre, ‘siyasal yaşama yön vermek parti kontenjanlarına yuvalanmak için pazarlık yapmak anlamına gelmemektedir; Sosyal Demokrat Sendikalar, amaç ve ilkeleri doğrultusunda, sadece açık siyasal tutum alarak değil, İşçi Sınıfına düşen ödevleri de eksiksiz yerine getirerek siyasal yaşamı yönlendireceklerdir.’
“Bilgi edinilmesini rica ederiz. Saygılarımızla, Yürütme Kurulu.” (1 sayfalık çoğaltma metin)
Halit Mısırlıoğlu’nun açıklaması şöyleydi:
“(1) Devlet Güvenlik Mahkemelerine Karşı Direnilecektir.
“(2) Siyasal Yaşama Yön Verilecektir.
“(3) Bu Alanda Demokratik Her kuruluşla Güçbirliği Yapılacaktır.
“Bugün ülkemizde özgürlükçü demokrasi, özellikle Hükümet partilerinden, bu partilerin koruduğu sorumsuz güçlerden, bu güçlerin Hükümet desteği ile başvurduğu zorbalıklardan gelen tehdit altındadır.
“Öğretmen ve memur kıyımı ile, işçileri temel hak ve özgürlüklerinden yoksun duruma düşüren memurlaştırma eylemi ile, yurdun her yanında düzenlenen sistemli saldırılar ve saldırganları koruma çabası ile, fabrikalarda, üniversitelerde ve sokaklarda sürdürülen tedhiş faaliyetleri ile faşist baskı yoğunlaştırılmakta, ekonomik olanaklar bir avuç çıkarcının sınır tanımaz çıkarlarına tahsis edilmekte, Türk Halkı örneği görülmemiş bir huzursuzluğa itilmektedir.
“Bütün bu oluşumların temelinde işçi sınıfını sindirme, etkinliğini önleme, sermaye sınıfının çıkarlarına dayalı bir düzen kurma amacı yatmaktadır.
“Ulusal düzeyde de, uluslararası düzeyde de özgürlükçü demokrasiye yaşatamayan, üstelik bozan ve yozlaştıran kapitalizm, bugün Türkiye’de 1970’lerde yaptığını tekrarlama hazırlığı içindedir.
“Çoğulcu siyasal hayattan çekinen kapitalizm ve O’nun iktidar temsilcileri için hedef, kendilerine koruyucu olarak otoriter ve diktacı bir anlayışı seçmek, bu yoldan özgürlükçü demokrasiyi ortadan kaldırmaktır. Yaygınlaştırılan zorbalık gibi, devlet güvenlik mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi çabasının gerisinde de bu özlem yatmaktadır.
“Varlığını ve gücünü özgürlükçü demokrasiden alan Türk İşçi Sınıfı bu gelişmeleri dikkatle izlemektedir. Özgürlükçü demokrasiyi ve demokratik hukuk devletini yaşatabilme olanaklarını zedeleyebilecek her girişim, karşısında Türk İşçi Sınıfını ve Sosyal Demokrat Sendikaları bulacaktır.
“Sosyal Demokrat Sendikalar için hedef, özgürlükçü demokrasiyi korumak; eşitlikçi, demokratik ve adil bir düzen kurmaktır.
“Bu düzende, insanın insan tarafından sömürülmesine olanak olmayacaktır.
“Bu düzende, herkes düşüncelerini ve kanılarını serbestçe yayabilecektir.
“Bu düzende, herkesin insanlık onuruna yaraşır bir biçimde yaşaması ve insan kişiliğinin serbestçe gelişmesi önündeki tüm engeller kaldırılacaktır.
“Bu düzende, herkes, haklarını ve özgürlüklerini korumak ve geliştirebilmek için serbestçe örgütlenebilecektir.
“Bu düzende, ne kişilere ne de devlete, insanları ezecek, sömürecek, temel hak ve özgürlükleri sınırlayacak güç ve yetkiler tanınmayacaktır.
“Bu düzende, kaba kuvvetin, zorbalığın yeri olmayacaktır.
“Düzen, demokratik, adil, eşitlikçi ve özgürlükçü olacaktır.
“İşçiler bu düzenin kurulması için, Sosyal Demokrat Sendikalar önderliğinde siyasal yaşama yön vereceklerdir.
“Siyasal yaşama yön vermenin parti kontenjanlarına yuvalanmak için pazarlık yapmak anlamına gelmediği ortaya konacaktır.
“Sosyal Demokrat Sendikalar, amaç ve ilkeleri doğrultusunda, sadece açık siyasal tutum alarak değil, işçi sınıfına düşen ödevleri ve eksiksiz yerine getirerek, siyasal yaşamı yönlendireceklerdir.
“Sosyal Demokrat Sendikalar bu görüşlerine Türk-İş topluluğunda etkinlik kazandırma uğraşını aralıksız sürdürürken, aynı hedeflerde birleşen demokratik her kuruluşla güçbirliği yapacaklardır.
“Sosyal Demokrat Sendikalar, Türk siyasal, ekonomik ve sendikal yaşamı ile ilgili görüş ve önerilerini önümüzdeki günlerde de somut girişimlerle ortaya koymaya devam edeceklerdir.” (2 sayfalık çoğaltma metin)
Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar tarafından 20 Temmuz 1976 günü yapılan 14 sayfalık ayrıntılı bir açıklamanın sonunda şu değerlendirme yapılıyordu:
“Sonuç olarak,
“Devlet güvenlik mahkemeleri, kuruluş yasası ve Meclis’teki teklifler, Anayasanın tabii hakim kavramını tahrip etmektedir. Bu mahkemeler, tabii hakim kavramının öz anlamı ile bağdaşmamaktadır.
“Bu yasa ‘savunma hakkının özünü’ zedelemektedir.
“Yasanın ‘hakimlerin atanmasına ilişkin hükümleri’ mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlerin teminatı ilkelerini çiğnemektedir.
“Bu yasa, kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemekte, yargı gücünün yürütme organınca kullanılmasına olanak vermektedir.
“Yasa, işçi sendikalarının faaliyetlerini sınırlamaya ve maksatlı suçlamalarla işçi sınıfının demokratik mücadelesini engellemeye yöneliktir.
“12 Mart döneminden önce devlet güvenlik mahkemelerinin kurulmasına karar verilmiş, sonradan bu amaçla Anayasa değiştirilmiştir. Anayasaya göre mahkeme değil, mahkemeye göre Anayasa yapılmıştır.
“Devlet güvenlik mahkemeleri, Türkiye’nin de imzası bulunan uluslararası belgelerde yer alan insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.
“Anayasa, insan hak ve özgürlükleri, sendikal hak ve özgürlükler ile uyumsuzluk içinde olduğu görülen bu Yasanın çıkarılmasına karşı olmak, işçi sınıfı için sadece özgürlükçü demokrasiyi koruma ödevinin bir gereği değil, aynı zamanda genel yargı organlarında görevli tüm yargıçlara duyulan saygının bir sonucudur.” (Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar,1976;14)
DGM DİRENİŞİ
DİSK Yönetimi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası’nın çıkmasını önlemek amacıyla bir direniş örgütledi; ancak işçileri açıkça direnişe çağırmadı. DİSK, 16–19 Eylül 1976 günleri “genel yas” ilan etti ve üyeleri serbest bıraktı
DİSK Yönetim Kurulu 15 Eylül 1976 günü yaptığı 32 sayılı toplantısında aşağıdaki kararı aldı (Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı (İstanbul), İddianame, DİSK, DİSK’e Bağlı Sendikalar, DİSK ile Ortak Amaç ve Faaliyetlerde Bulunan Kişi ve Kuruluşlar Soruşturması: I: DİSK, İstanbul, 1981, s.287):
“15 Eylül 1976 günü Genel Başkan Kemal Türkler ’in başkanlığında olağanüstü toplanan Genel Yönetim Kurulu üyeleri ile Başkanlar Konseyi üyelerinin ortak toplantısında,
Madde 1 – Bu iktidarın Anayasal ve Demokratik yoldan düşürülmesine ve halktan yana bir iktidarın kurulmasına kadar tüm ülkede genel yas ilanına,
Madde 2 – Anayasal ve Demokratik haklarını DİSK’in ‘tabanın söz ve karar sahibi olma’ temel ilkesi içinde kullanabilmesi açısından işçi üyelerimizin serbest bırakılmasına,
Madde 3 – Örgütümüzün bulunduğu merkezlerde her gün genellikle öğleden sonraları DİSK tarafından sessiz matem yürüyüşleri veya mitingler düzenlenmesine,
Madde 4 – Bunun dışında DİSK tarafından düzenlenmeyen hiçbir yürüyüş, miting gibi gösteriye üyelerimizin katılmaması ve bozguncu unsurların içerden veya dışardan gelecek tahriklerine olanak verilmemesi için üyelerimizin çok dikkatli ve titiz davranmalarına,
Madde 5 – İşbu kararın 16.9.1976 günü saat 13:00’ten itibaren yürürlüğe girmesine,
Oy birliği ile karar verilmiştir.”
Bu kararda, DGM ile olan mücadele bir anda MC’nin iktidardan düşürülmesi ve halktan yana bir iktidarın kurulması mücadelesine dönüştürüldü. Bunun için de işçiler serbest bırakıldı ve “genel yas” ilan edildi.
DİSK, 17 Eylül 1976 günü yayınladığı bir DİSK Ajansı Özel Sayısı ile İstanbul, Kocaeli, Gaziantep, Trabzon, Ankara, Adana, İzmir ve diğer bazı merkezlerde DİSK’e bağlı sendikalara üye işçilerin iş bıraktığını, onlara bazı bölgelerde Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçilerin de katıldığını duyurdu.
Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, 17 Eylül 1976 günü yaptığı açıklamada, girişilen eylemin “ancak, İstanbul, İzmit ve Bursa’da kurulu özellikle Koç Holding grubuna bağlı bir kaç işyerinde” başarılabildiğini ve bunun dışında Ankara, İzmir ve Adana’da “işveren durumunda olan belediye yetkililerinin işyerlerini kapatmaları ve işçiyi paydos ederek otobüslerin anahtarlarının toplanması sonucu” işçilerin eyleme zorlandığını ileri sürdü ve şunları söyledi: “Gerçek Sendikacı, işçiden yana işçi lideri, işçiyi eyleme geçirip, sonra da ‘benim bu işlerden haberim yok, suçum yok, işçi kendiliğinden yaptı; suç varsa onlardan sorunuz,’ diyemez.” Halil Tunç, Türk-İş’e bağlı kuruluşların bu eyleme katılmamaları çağrısında bulunduklarını da açıkladı. (Türk-İş Haber Bülteni, 17 Eylül 1976)
Eylem ağırlıklı olarak 12 ilde uygulandı. Bu eyleme toplam 234 işyerinde 88.485 işçi katıldı. (Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı (İstanbul), İddianame, DİSK, DİSK’e Bağlı Sendikalar, DİSK ile Ortak Amaç ve Faaliyetlerde Bulunan Kişi ve Kuruluşlar Soruşturması: I: DİSK, İst., 1981, s.112)
27 Eylül 1976 günü Ankara’da TÖB-DER, TÜS-DER, TÜM-DER, TMMOB, Halkevleri, TÜMÖD, İlerici Kadınlar Derneği, Ankara Kadınlar Derneği, Ankara Tabip Odası ve diğer bazı kuruluşların birlikte düzenledikleri “DGM’ye Hayır” Miting ve Yürüyüşü yapıldı. On binlerce kişi Ankara’da Tandoğan Meydanı’nda toplandı ve yapılan konuşmalardan sonra Cemal Gürsel Meydanı’na kadar yürüdü. Çok farklı siyasal eğilimlerden kişinin katıldığı miting ve yürüyüşte, slogan anlaşmazlığı nedeniyle kavga çıktı. (Politika Gazetesi ve Milliyet Gazetesi, 28.9.1976)
DGM direnişinin ardından işyerlerinden direnişçi işçilerin atılması başladı. Kemal Türkler, DİSK Genel Temsilciler Meclisi’nin 23 Ekim 1976 günü yaptığı toplantıyı açış konuşmasında, üç bine yakın işçinin DGM Direnişi sonrasında işten çıkarıldığını söyledi.
MESS (Türkiye Madeni Eşya Sanayicileri İşveren Sendikası), 28 Eylül günü yaptığı açıklamada, eylem nedeniyle MESS’e bağlı işyerlerinden çıkarılan işçi sayısının 483 olduğunu açıkladı. (Milliyet Gazetesi, 29.9.1976) MESS’in, 1976 Yılı Yasadışı Eylemleri Neden ve Sonuçları kitapçığında ise DGM direnişiyle ilgili şu bilgiler yer alıyordu: Maden-İş’in örgütlü bulunduğu MESS üyesi işverenlerin 92 işyerinde eylem uygulandı. İşyerlerinde çalışan 33.137 işçiden 25.274’ü DGM eylemine katıldı. Marmara Bölgesinde 70 işyerinde 18.625 kişi, Ege Bölgesinde 8 işyerinde 1446 kişi, Bursa Bölgesinde 4 işyerinde 4344 kişi, Orta Anadolu Bölgesinde 9 işyerinde 670 işçi, Güney Anadolu Bölgesinde 1 işyerinde 189 kişi eyleme katıldı. Bu eylemler sonucunda 57 işyerinde 660 işçinin hizmet sözleşmesi bu eylem nedeniyle feshedildi. (MESS, 1976 Yılı Yasadışı Eylemleri Neden ve Sonuçları, İst., 1977, s.1-2)
Türk-İş Genel Merkezi, 2 Ekim 1976 günü bölge temsilciliklerine gönderdiği yazıda, DGM eylemi sonrasında işten çıkarılan işçilere ilişkin bilgi istedi (Türk-İş’in 2 Ekim 1976 gün 76/4289 sayılı yazısı):
İstanbul ve civar illerden sorumlu bulunan 1. Bölge Temsilciliği, tekstil işkolunda 23 işyerinde 113 sendika temsilcisinin, madeni eşya işkolunda ise, İzmir, Ankara, Bursa, Mersin, Kocaeli illerinde 51 işletmede 529 işyeri temsilcisinin işten çıkarıldığını bildirdi. (Türk-İş 1. Bölge Temsilciliği’nin 8.10.1976 gün ve 76/112-A-10 sayılı yazısı)
Türk-İş’in Eskişehir ve çevre illerden sorumlu 2. Bölge Temsilciliği, yalnızca Isı Cihazları Fab.A.Ş.’de 4’ü temsilci 11 işçinin işten çıkarıldığı bilgisini verdi. (Türk-İş 2. Bölge Temsilciliği’nin 8.10.1976 gün ve 976-2/84 sayılı yazısı)
İzmir ve çevre illerden sorumlu Türk-İş 3. Bölge Temsilciliği’nin bildirdiğine göre, Maden-İş’in örgütlü bulunduğu 9 işyerinde toplam 232, Petkim-İş’in örgütlü bulunduğu üç işyerinde ise toplam 703 işçi çıkarıldı. Yalnızca Aliağa Rafinerisi’nde çıkarılan işçi sayısı 665 oldu. (Türk-İş 3. Bölge Temsilciliği’nin 6.10.1976 gün ve 76/491-1/3-B sayılı yazısı)
Türk-İş’in Sivas’taki 5., Samsun’daki 6. ve Diyarbakır’daki 7. Bölge Temsilcilikleri, bölgelerinde DGM eylemine katılan kimse olmadığını, bu nedenle hiçbir işçinin işten çıkarılmadığını belirttiler. (Türk-İş 5. Bölge Temsilciliği’nin 4.10.1976 gün ve 83-76/A-2 sayılı yazısı; Türk-İş 6. Bölge Temsilciliği’nin 7.10.1976 gün ve 726 sayılı yazısı; Türk-İş 7. Bölge Temsilciliği’nin 18.10.1976 gün ve 976/91 sayılı yazısı)
DİSK’in verdiği mücadele sonuç aldı; Devlet Güvenlik Mahkemelerine ilişkin yeni bir hukuki düzenleme yapılamadığı için, DGM’lerin görevleri 11 Ekim 1976 tarihinde sona erdi. (Devlet Güvenlik Mahkemelerinin 1973-1976 dönemi faaliyetleriyle ilgili ayrıntılı bir döküm için bkz. Cumhuriyet Gazetesi, 11.10.1976)
SOSYAL DEMOKRAT SENDİKALARIN 1977 VE 1978 YILLARINDAKİ AÇIKLAMALARI
Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar, DGM’ye ilişkin açıklamalardan sonra önemli bir girişimde bulunmadı. Bu girişimin devamı niteliğinde bir yapılanma 1977 yılında gündeme geldi.
5 Haziran 1977 tarihinde milletvekili genel seçimleri yapıldı. Bu tarihte Türkiye’nin nüfusu 41,8 milyondu. Genel seçmen sayısı 21,2 milyon düzeyindeydi. 15,4 milyon seçmen oy kullandı. Geçerli oy sayısı 14,8 milyon oldu. Seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 41,4 oranında oy alarak birinci parti oldu. Adalet Partisi oyların yüzde 36,9’unu, Milli Selamet Partisi yüzde 8,6’sını, Milliyetçi Hareket Partisi de yüzde 6,4’ünü aldı. AP, MSP ve MHP’nin ikinci Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni kurması gündeme geldi.
Bu gelişmeler karşısında, Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar hareketinde yer almış örgütlerin de içinde bulunduğu Türk-İş üyesi 20 sendika 15 Temmuz 1977 günü yaptıkları ortak açıklamada Milliyetçi Cephe karşıtı siyasi bir tavır aldı:
“Türk-İş üyesi Maden Federasyonu, Yol-İş Federasyonu, Petrol-İş, Deri-İş, Hava-İş, Çimse-İş, Deniz Ulaş-İş, DYF-İŞ, Kauçuk-İş, Tümtis, BİF, Türk Harb-İş, Ağaç-İş, Haber-İş, TGS, Tez Büro-İş, Koop-İş, Tarım-İş, Oleyis, Kristal-İş Yöneticileri bugün Ankara’da ortak bir basın toplantısı düzenleyerek, ‘yeni MC denemesi karşısında işçilerin sessiz kalmayacağını, Türk-İş Genel Başkanının Genel Grev çağrısına uyulacağını’ açıklamışlardır.
“Türk-İş üyesi 20 kuruluş adına yapılan açıklama şöyledir:
“Sağın temsilcisi olan üç siyasal parti, halkımızı yeni bir MC denemesine sürüklemek istemektedir. Türk Ulusunu ‘Milliyetçiler ve Solcular’ sözüyle bölmeye çalışan bu üç partinin önde gelen amacı, geçirdiğimiz 26 aylık iktidarları döneminde yapmaya çalıştıkları gibi, işçi sınıfı karşısında bir düşman cephe yaratmaktır. Cepheciler açısından demokrasi, sadece ‘sağın ve sağcının’ yaşama hakkına sahip olabileceği bir düzenin adıdır. Böyle bir düzende, ne Demokratik Solun; ne de ekonomik hak ve çıkarlarını koruyabilmek ve geliştirebilmek için mücadele vermek mecburiyetiyle karşı karşıya bulunan ilerici, yurtsever güçlerin yeri olacaktır. Yaşama hakkından yoksun hale getirilmek istenenlerin başında işçiler gelmektedir.
“26 aylık MC dönemi, özgürlükçü demokrasinin, MC’yi oluşturan partilerden, bu partilerin koruduğu sorumsuz güçlerden, bu güçlerin Hükümet desteği ile başvurduğu zorbalıklardan gelen tehdit altında geçmiştir. MC, bu dönemde, öğretmen ve memur kıyımı ile, işçileri temel hak ve özgürlüklerinden yoksun duruma düşüren memurlaştırma eylemi ile, yurdun her yanında düzenlenen sistemli saldırılar ve saldırganları koruma çabası ile, fabrikalarda, üniversitelerde ve sokaklarda sürdürülen tedhiş faaliyetleri ile faşist baskıyı yoğunlaştırmış, ekonomik olanakları bir avuç çıkarcının sınır tanımaz menfaatlerine tahsis etmiş; hukuk devletini ayaklar altına almış, Türk halkını örneği görülmemiş bir huzursuzluğa itmiştir.
“Bu dönemde, tüm iç ve dış sorunlar askıya alınmış, can ve mal güvenliği ortadan kalkmış, devlet ‘Devlet’ olmaktan çıkmıştır.
“26 ay süre ile yaşanan facia, şimdi yenilenmek istenmektedir.
“26 ay süre ile ‘Demokrasi’ adına yapılan tüm zorbalıklar tekrarlanmaya çalışılmaktadır.
“İşçilerin yeni MC denemesi karşısında sessiz kalmayacağı bilinmelidir.
“İşçiler, çoğulcu demokrasiye bağlılıklarını, zorbalığın rejim buhranına yol açmasını önleyerek ortaya koyacaklardır.
“Anayasaya sahip çıkacaklardır.
“Bu, işçiler için yurttaşlık ödevidir.
“Bu, işçiler için meşru savunmadır.
“Bu savunma; düşman cephe oluşturanlara hizmet arz etmeme yoluyla yapılacaksa; bu yapılacaktır. Bu savunmayı kanuna uygun ya da kanunsuz olarak nitelemekte herkes serbesttir. Böyle bir niteleme, ancak sorunun esası ile ilgili ise önem taşır. Türk halkının ikinci bir MC denemesine tahammülü yoktur. Sorunun esası bundan ibarettir.
“Türk Halkı sorunlarının ancak güçlü bir hükümet eliyle çözümlenebileceğini bilmelidir. Bugün için böyle bir hükümetin CHP-AP Koalisyonu ile gerçekleşebileceğinde herkes görüş birliği içindedir. Rejimi koruyabilecek; Demokrasiye işlerlik kazandırabilecek böyle bir hükümetin kurulmasına herkes her yoldan yardımcı olmalıdır. İşçiler bu yardımı koşullar gerektirirse Genel Grev yoluyla sağlayacaklardır.” (3 sayfalık çoğaltma metin)
Türkiye’de 1978 yılı başında bir hükümet değişikliği oldu. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki 42. Cumhuriyet Hükümeti 5 Ocak 1978 tarihinde göreve geldi ve 12 Kasım 1979 tarihine kadar görevde kaldı.
CHP’li sendikacıların yönetiminde bulunan bazı sendikalar Ecevit Hükümeti’ne açık destek verdi.
“Türk-İş’e bağlı 26 Sosyal Demokrat Sendikanın ortak açıklaması” (18 Ocak 1978) başlıklı ve “Türk-İş’e bağlı 26 Sendika Sözcüsü Turan Tayalı” imzalı bir açıklama 18 Ocak 1978 tarihinde yapıldı.
“Türk-İş’e bağlı 26 Sendika olarak, yeni kurulan Bülent Ecevit kabinesini, 23.4.1977 tarihinde yapılan İstanbul İşçi Kurultayımızda alınan kararın ne kadar haklı olduğunu ortaya koyması bakımından, sevinçle karşıladık.
“Bilindiği üzere 23.4.1977 tarihinde yapılan Kurultayımızda CHP’yi 5.6.1977 ve 11.12.1977 seçimlerinde kesin olarak destekleyeceğimizi kamuoyuna duyurmuş ve bu yolda o tarihten bu yana gerekli her türlü çabayı sarfetmiş bulunmaktayız.
“Huzur Hükümeti olarak nitelediğimiz Ecevit Hükümetini destekleyeceğimize dair telgrafı dün sayın Başbakan’a göndermiş bulunuyoruz.
“Biz bu aşamada yeni Hükümetin en acil görevinin CAN GÜVENLİĞİ sorununa eğilmek olduğunu düşünmekteyiz. Halkımız huzura susamıştır ve bu da onun en doğal hakkıdır.
“Aslında işçi sınıfımızın sorunlarıyla Ecevit Hükümetinin sorunları özdeştir. Bu nedenle uzun uzun listeler yapmak gereğini duymuyor, VERGİ ADALETİ – LOKAVT – İŞÇİ MEMUR AYIRIMI konusunda yapılacak her türlü girişimin bizi mutlu kılacağını ve sonuna kadar destekçisi olacağımızı yinelemekle yetiniyoruz.”
Başbakan Bülent Ecevit’e çekilen telgraf da bu metnin altında yer alıyordu:
“Sayın Bülent Ecevit, T.C. Başbakanı, Ankara
“Bildiğiniz gibi Türk-İş’e bağlı 26 İstanbul Sendikası olarak 23 Nisan 1977 tarihinde yaptığımız işçi kurultayında CHP’yi kesin olarak desteklediğimizi karar altına almış idik.
“Bugün vermiş olduğumuz kararın haklılık gururu içindeyiz. Ve, işçi sınıfımıza, yoksul halkımıza, demokratik sol doğrultuda insanca ve hakça bir düzen oluşturulması yolundaki kavganızda sonuna kadar beraber olacağımızı bir kez daha yinelemek istiyoruz.
“Şahsınızda dertli Türkiye’nin yürekli kabinesini saygıyla selam sonsuz başarılar dileriz.” (1 sayfalık çoğaltma metin)