TARIM SERMAYEYE TESLİM
Akp iktidarda olduğu 21 yılda her alanda olduğu gibi tarım gıda alanında da neoliberal dönüşümü tamamladı.
24 Ocak Kararları ve onun ardından gelen 1980 darbesiyle emeğe ve kamuculuğa yönelik saldırı 90’lı yıllarda da sağ hükümetlerin tavizleriyle devam etmişti. Bu yazının kaleme alındığı gün hayatını kaybeden Kemal Derviş’in IMF-AB dayatmalarıyla Meclis’ten geçirdiği o meşhur “15 günde 15 yasası” ile başta şeker ve tütün üreticisi hedef alınırken 2002 sonrasında da piyasacı, şirketçi anlayış yasalarla devam ettirilmişti. AKP de özelleştirmelerle, kamu kurumlarını tasfiye ederek, ithalat politikalarıyla, Tohum Yasasıyla tarım gıda alanını piyasalaştırmış, adım adım küçük çiftçiliği ve köylülüğü tasfiye etti.
Bu 21 yılda AKP hükümetleri ve Tarım Bakanları hatta bakanlığın adı defalarca değişmiş olsa da değişmeyen tek şey AKP’nin tarım ve gıdada izlediği piyasacı politikalar oldu. AKP’nin tarım politikaları emekten, küçük çiftçiden, köylüden yana olmak yerine sermayeden, şirketlerden yana oldu. Biz de AKP iktidarının tarım-gıdadaki 21 yıllık piyasacı politikalarını, iktidarın ve ana muhalefetin seçim vaatlerini ve sosyalistlerin neoliberal tarım politikalarına karşı çözüm ve alternatif önerilerini Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, BirGün Gazetesi yazarı Özge Güneş, akademisyen Coşku Çelik ve doktora sonrası araştırmacısı Deniz Pelek ile konuştuk.
Size göre AKP iktidarında küçük çiftçiliğin tahrip ve tasfiyesinde, tarımdaki emeğin değersizleştirilip boyunduruk altına alınmasında en önemli adımlar nelerdi?
Ali Bülent Erdem: 1980 darbesi sonrası liberal politikalar kaçınılmaz olarak tarıma yansıdı ve o günden itibaren hangi hükümet gelirse gelsin birbirini tamamlayan ve tarımdaki bütün o yapıyı tahrip eden ve şirketleşmenin önünü açan bir program uyguladı. Bunun en belirgin örneklerinden biri Kemal Derviş’in 15 günde 15 yasa diyerek Tütün ve Şeker Yasaları’nı çıkarttığı dönemdi. 2002 yılından sonra AKP bu süreci çok iştahla devam ettirdi. O kadar hızlı yaptı ki her şeyi. Tüm dünyada uygulanan bu politikalarda esasen çiftçileri teslim alma halinin tohumla başladığını düşünüyorum. Yeşil Devrimle beraber hibrit tohumların ortaya çıkması, her yıl çiftçilerin tohum satın almak zorunda kalmaları ve 2006 yılında çıkan Tohum Yasasıyla birlikte tarımın başlangıcı olan o tohum çiftçinin elinde alındı. Tohumun çiftçilerin elinden çıkmaya başladığı noktada hem biz yerel çeşitleri kaybettik hem de gıda güvenliği ve güvencesi ortadan kalktı; çiftçilerin en büyük silahı sermayenin eline geçti. Çiftçiler ellerinde tohum olduğu zaman bütün girdilerini tarım içerisinden sağlayarak şirketlere karşı mücadele edebilirler. Bu silahın alındığı nokta aslında bütün küçük köylülüğün bitirilmesinin en ciddi adımıdır.
Özge Güneş: AKP neoliberal politikaları nasıl uyguladı diye bakarsak, işte özelleştirmeler, kamu kurumlarının tasfiyesi, şirketleştirme politikaları gerek yasal değişiklikler gerekse de zorla, baskıyla, hukukun da aşıldığı çeşitli biçimlerde uygulandı geçtiğimiz 21 yıl boyunca. Bu 21 yılda önemli uğraklar var. TEKEL’in özelleştirilmesi bunlardan bir tanesi. Özelleştirme sonuçlarını Soma’dan da biliyoruz. Tohumculuk Yasası da Ali Bülent abinin baktığı yerden, köylülerin ve çiftçilerin var olma biçimi ise tohumu saklamak, onu elinden almış oldu. Bununla birlikte pazara erişimini de kısıtladı. Küçük çiftçiyi de yeniden tanımlayan bir adım. “AKP ne yaptı, nasıl tasfiye etti?” sorusunda bunu vurgulamak önemli bence. 2o yıl önceki küçük çiftçi ve köylü bugün artık yok. AKP, küçük çiftçinin kendini gerçekleştirememesi için her şeyi yaptı. Büyükşehir Yasası çok önemli adımlardan bir diğeri. Üreticinin kendi yaşam alanı ve toprağı üzerinde; bu zamana kadar tasarruf hakkının bulunduğu bir alana, ortak varlıklarına el konuldu. Her ne kadar kısıtlı da olsa köylünün yaşam alanı üzerindeki tasarruf hakkı ortadan kalkmış oldu. Bu gaspların da önünü açtı. Ayrıca, ithalat destekleri, marketlerin güçlendirilmesi, borçlanma gibi süreçler de küçük çiftçileri tahribatın önemli basamakları arasında sayılabilir.
Coşku Çelik: Ali Bülent abinin açtığı yeri ben de çok önemsiyorum. AKP’yle çok ciddi bir saldırı var kıra, küçük köylüye. Ama bu AKP’yle başlamış gibi kurgulamak seçim sonrasından ne beklemeliyiz sorusunu yanlış cevaplama tehlikesini de getiriyor. AKP, şirketleşmiş gıda rejiminin çok sadık bir uygulayıcısı oldu. 90’lardaki koalisyon hükümetleri ise bunları oy beklentisi gibi gerekçelerle uygulayamadı, neoliberal olmadıklarından değil. Dolayısıyla tarımdaki meta ilişkileri AKP’yle derinleşip yıkıcı oldu ama 80 ve 90’lara da dikkatli bakmak gerekir. Bu, AKP’den sonraki olası yeni bir iktidarın nasıl bir tutum alacağına dair bir fikir oluşması bakımından da önemli.
Ali Bülent abinin de vurguladığı Tohum Yasası çok ciddi bir piyasa bağımlılığı getirdi küçük ölçekli çiftçiliğe. Küçük üreticinin piyasa dışında üretim yapamaz ve kendi yaşamını sürdüremez hale gelmesi bence bu yasanın en çarpıcı sonucu. Tohumun, yani üretimin tamamen piyasa bağımlı hale gelmesi, daha fazla nakit ihtiyacı, artan borçlanma vs özellikle kadın üreticileri etkiledi. Hatta bütün bunlar piyasaların erkekleşmesi olarak tanımlandı. Çünkü bu, yadigâr tohuma dair bilgiyi üreten, çoğu kadın olan doğrudan üreticilerin üretim süreci üzerindeki kontrolü kaybetme süreci. KİT’lerin özelleştirilmesi de bu üretici aileler için iş güvencesi kaybı, bir hayatta kalamama, bir kendini yeniden üretememe krizi getirdi. Bu dönemde söylemsel düzeyde de sadece Türkiye’de değil dünyada da kendi kendine yeten ülke olma gibi hedeflerin artık eski moda bulunduğu, onun yerine uzun mesafeli ticaretle bir verimli gıda üretimi ve sirkülasyonunun mümkün olabileceği savunuldu. Bugünkü gıda krizinin taşları da bu şekilde döşendi. Türkiye’de bunun yansıması nedir? Tahıl ambarı denen Türkiye’de mercimek ithal edilip mısır püskülü üretiminin katlanarak artması “halkın yeterli ve sağlıklı gıdaya erişimi için neye ihtiyaç var”dan ziyade tamamen “tarım-gıda tekelleri ya da süpermarketlerin neye ihtiyacın var?”a yönelik bir tarımsal üretime geçilmiş olmasının göstergesi.
Deniz Pelek: Mevsimlik işçilik konusu neredeyse Osmanlı’ya uzanıyor. Ama tabii ki AKP döneminde önemli değişimler yaşandı. AKP’nin biraz öncesine gidersek 90’larda mevsimlik işçiliğin Türkiye’de coğrafi olarak yayıldığını görüyoruz. Bunda neoliberal politikaların etkisi var ama ücretsiz aile işçilerinin kentlere göçü daha etkili. 90’lardaki kentleşme süreciyle işçiye ihtiyaç duyuldu ve bu ihtiyacı büyük ölçüde Kürt mevsimlik tarım işçileri karşıladı. Kürt mevsimlik tarım işçileri arasında toprağı olup topraktan kazandığı para kendisine yetmediği için belirli aylar mevsimlik iş yapanlar ya da topraksız olanlar vardı. Bunda neoliberal politikalar, özellikle de Tütün Yasası etkili. Yasa çıktıktan sonra tütün üreticileri Adıyaman’da topraklarını başka bir ürüne çeviremedi. Çünkü ne toprak ne de iklim buna uygundu.
Ali Bülent Erdem: Tütün deyince birkaç kelime de ben söyleyeyim. Tütün Yasası çıktıktan sonra tütüncüler de tarımı büyük bir oranda bıraktı. Soma’da ölenlerin çoğu tütüncüydü. Onlar artık kendi tarlalarında çalışmıyor, madenlerde çalışıyorlar. Tütünün alternatifi yok. Çünkü kıraç toprak ürünü tütün. Yine de Ege’nin bu kıraç topraklarında zeytin üretilebildi. Ama tütün üretilen alanlar o kadar küçük ki 5-6 dönüme tütün ektiği için oraya diktiği zeytinle de geçimini sağlaması mümkün değil. Bu daimî işçileri topraktan koparıyor. Tam aradalar; ne köylü ne tam olarak işçiler. Aslında bu çok tehlikeli bir durum. Bence de Tütün Yasası Türkiye için çok önemli bir nokta.
Deniz Pelek: Ortakçılar da işsiz kaldılar… Mevsimlik işçilikte ikinci mesele zorunlu göç. 90’larda köyler boşaltıldıktan sonra akrabası olanlar İstanbul, Ankara, İzmir’e, akrabası olmayanlar il merkezlerine Mardin, Diyarbakır, Urfa’ya göç ettiler. Burada da iş imkânı olmadığı için kentte oturan ama kırda mevsimlik işçi olan bir profil ortaya çıktı. Keza Sovyetler yıkılmasından sonra Gürcistan’dan mevsimlik işçi göçü devam ediyor. 3 aylık turist vizesiyle gelip Karadeniz’de mevsimlik olarak çalışıp gidenler var. Ve Suriye savaşıyla Türkiye’ye gelen Suriyeli mültecilerin birçoğu da bugün mevsimlik işçi olarak çalışıyor. AKP döneminde daha etnikleşen bir mevsimlik işçi profili çıktı kırda. Daha heterojen ve proleter bir karakteri var artık kırın.
Bu dönemde Suriyeliler dışında bir düzenleme oldu mu mevsimlik işçilere dair?
Deniz Pelek: İyi ki bunu sordun. 2010’da Mevsimlik Tarım İşçilerinin Koşullarını İyileştirme Projesi yayımlandı. Bu işçilerin barınma, çalışma ve çocuklarının eğitimi, sağlık gibi alanlarda koşullarının düzeltilmesi için valiliklere görev verildi ve bir ödenek aktarıldı. Ama valinin bu ödeneği buraya ayırmak isteyip istememesine bağlı bir durum var. Sonuçta mevsimlik işçilik tamamen enformel bir sektör ve kimsenin sosyal güvenliği yok.
Coşku Çelik: Aslında kırda kalan ve gelir kaynaklarını çeşitlendirmeye başlayan ailelere baktığımızda, orada cinsiyete dayalı işbölümü, görünmezleşen bir kadın emeği sömürüsü gözlemlenebilir. Tarım işçiliği tarihsel olarak kadın yoğun ama bu neoliberalizmin belirleyiciliği diyebileceğimiz şey, kadınların emeğinin daha yoğun bir biçimde sömürülürken, üretim süreci üzerinde kontrolünün neredeyse hiç kalmaması ve toprağı aslında tanıyan kadının Tohum Kanunu vs ile bildiği biçiminde de o toprağı üretemez hale gelmesi. Küçük üreticiye en büyük saldırılarından bir diğeri de toprak gaspları elbette. İnşaat, otoyol, maden vb. için. Bir köyün önü termik santral, yanı kömür madeni, arkası otoyol ya da o köyden, tarımsal üretimden eser bile kalmamış. Bunu da “kırda istihdam yaratıyoruz” gibi iddiayla yaptılar.