TAZE KARLAR YAĞIYOR, TEKEL İŞÇİSİNİN ÜSTÜNE!
Eylemde ay deviren Tekel İşçilerinin üstüne karlar yağıyor. Sanki Mahsuni Şerif ince ince bir kar yağar / fakirlerin üstüne dizelerini onlar için yazıyor ve göçüyor bu dünyadan…
Eylemde ay deviren Tekel İşçilerinin üstüne karlar yağıyor. Sanki Mahsuni Şerif" ince ince bir kar yağar / fakirlerin üstüne" dizelerini onlar için yazıyor ve göçüyor bu dünyadan…
Taze karlar eylemin ikinci ayında Ankara’yı mesken tutan Adıyamanlı üç çocuk annesi Melek’in, Trabzonlu Murat’ın, Manisalı Selda’nın, Tokatlı Serpil’in ve Nafiye’nin, Diyarbakırlı Abdülkadir’in üstüne yağıyor. Günüme, gönlüme, yazıma yağıyor… Dört haftadır size inatla Tekel İşçilerini yazıyorum. Anadolu’da ‘inat da bir Murattır" derler ya işte öyle bir inat. Bu inatta muradım Tekel işçilerinin başarısına kilitlenmek. Bu muratla hem onlara hem işlerime koşuyorum. Nereye gidersem gideyim benimle geliyorlar, istanbul’a sendikamızın başkanlara kuruluna yine onlarla gidiyorum. Kar, yağmur, fırtına soğuk hep onları anımsatıyor. istanbul’un taksi şoförleri başbakan’ın ağzıyla konuşuyorlar.
Bu örgütsüz emekçiler "Ağacın kurdu içindedir" sözünü anımsatıyor. Onlara gerçeği anlatsam da başbakan gibi konuşmayı sürdürüyorlar. Örgütsüz insan olmanın yüzeyselliği gözlerinden, sözlerinden yansıyor. Dayanışma bile bilinçle oluyor. İyi ki Taksim Meydanı’nda ayaküstü yönetmen Ali Özgentürk’e rastlıyorum, istanbul’un ayazında konuşurken; "Ayazda Bir yürek" filmini anımsatarak; Tekel İşçilerini soruyor: Oturma eylemine başladıkları ikinci gün çadır çadır dolaşıp söyleştiğim kadınların sözlerini aktarıyorum: Adıyaman Kâhta’dan işçi olan eşine destek için gelen Hacer Özbek, " yedi yaşındaki kızı Neval’le akşam misafirhaneye gidiyor. "Eşimi düşündüğüm için sabaha kadar uyuyamadım." Diyor. Ankara mitinginden söz ediyor ve vedalaşıyorum.
İstanbul insanın kimyasını bozsa da bu kez gücü yetmiyor. Tüm sevdiğim meydanları, sokakları, mekânları Tekel İşçileri ile geziyorum. Bu duygu ülkenin her köşesinde kaç insanın yüreğini coşa getiriyor. Onların inançla, inatla sürdürdükleri eylem insanların vicdanına kolayca sızıyor. Kamuoyunda bir sempati oluşuyor. Zonguldak Grevi gibi ülkenin nabzı ilk kez Başkent Ankara’da atıyor. Yoksulluğun da başkenti Ankara emeğin başkenti oluyor. Başbakan, Tekel işçileri’nin Mustafa Başkan’ına haddini bildiriyor. Oysa Mustafa Türkel günlerdir süren eylemi bir işçi gibi yaşıyor. Popüler kültürün figürü olmuyor.
Onun için ‘L. VValesa’ manşetleri atılmıyor. Böyle bir şey istemiyor. Başkanı olduğu işçiyle yürüyor, tazyikli sudan, biber gazından, tartaklanmadan, açlıktan, yorgunluktan, uykusuzluktan payına düşeni yaşıyor. Onun bu kararlı, dingin, şovdan uzak tavrı saygı uyandırıyor. Çalışma barışına saygı uyarısı bile öfke yaratıyor. Mahsuni Babanın dizelerini günümüze uyarlarsak: Sen anandan başbakan biz işçi doğmadık dostum Gel beraber yaşayalım sanma ki sana küstüm. Yandık yandık, biz soğuktan, biz açlıktan Öfkelenme başbakan, Adam mı ölür işçi sevince Karın doyunca Sağlık olunca Paylaşılınca Nolur, nolur, nolur, nolur. Benim dört haftadır Tekel işçilerini yazma eylemim masum bir inatlaşma. Bir bilim insanı olan Çalışma Bakanının inadına ne demeli? Tarihe nasıl not düşmeli? Bir yazarın yazma inadı isyan türküsüdür. Oysa başbakanın inadı işçi öldürür. Cumhurbaşkanının inadı işçilerin ‘Gül’ün soldurur. Bu duyarsızlık daha ne kadar sürecek? Gelin bu anlamsız inadı bırakın. Tekel İşçilerinin sorununu çözerek onları evlerine mutlu gönderin.
KAYNAK: YAŞAR SEYMAN – BİRGÜN GAZETESİ