TEKEL DİRENİŞİNDEN NOTLAR/ ATAOL BEHRAMOĞLU
Direnişteki TEKEL işçilerinin açlık grevine destek olmak için gittiğim Ankara’da, çadırlarda ve açlık grevindeki arkadaşlar arasında geçirdiğim saatler, hayatımın en unutulmayacak zamanları arasında yer alacaktır.
Vedalaşırken
Direnişteki TEKEL işçilerinin açlık grevine destek olmak için gittiğim Ankara’da, çadırlarda ve açlık grevindeki arkadaşlar arasında geçirdiğim saatler, hayatımın en unutulmayacak zamanları arasında yer alacaktır.
Yukarıda sözünü ettiğim sohbet, konuyu Türkiye’nin sorunlarına getirerek, saatlerce sürdü…
Ülkemizin bütünüyle bir bağımsız devlet olmaktan çıkarılarak ABD güdümünde bir şirket-devlete dönüştürülmekte olduğunu ve asıl kavganın ve gerilimlerin nedeninin de bu çok acı gerçek olduğunu bir kez daha saptadık…
Böyle giderse kendimize ait tek karış toprağımız, tek bir akarsuyumuz, tek bir kamu kuruluşumuz, tek bir fabrikamız kalmayacağı konusunda görüş birliğine vardık…
Bir zaman sonra kimi arkadaşlar koltuklar arasına serilmiş döşeklerde, hanım arkadaşlar revirde, kimi arkadaşlar konferans salonunun bitişiğindeki genişçe bir mekâna serilmiş döşeklerde, battaniyelere sarınarak dinlenmeye çekildiler.
Gecenin geç bir saatinde, ben de aynı şeyi yapmak üzere, üzerimdeki giysilerle, konferans salonu bitişiğindeki bir döşeğe uzandım. Ve birkaç saatlik uykudan sonra 14 Şubat Sevgililer Günü’nün Ankara sabahına dipdiri uyandım… Bu dipdirilikte, üniversite yıllarımın, unutulmaz 1960’ların Ankara’sının her zamanki çeliksi ve diriltici havası kadar, o yıllardaki gençliğime yaraşan bir etkinliğe katılmış olmamın mutluluğu da vardı…
Nitekim aynı anda, yine oradaki döşekler üzerinde benden epeyce sonra dinlenmeye çekilen, benim gibi 24 saatlik destek grevine gelmiş Rahmi Yıldırım ve Günay Güner arkadaşlarım da dipdiri ayaklandılar…
Günlerdir açlık grevini sürdüren grevci arkadaşları uyandırmamaya özen göstererek birkaç saat sessizce konuştuk ve gazeteleri gözden geçirdik.
Öğleyin saat birde, açlık grevindeki emekçi arkadaşlarımla birlikte Türk-İş binasının giriş kapısının önüne çıktık.
Orada, Türk-İş binası kapısının açıldığı alanı dolduran topluluk önünde kısa bir veda konuşması sonrasında kadın işçi arkadaşlara Sevgililer Günü çiçeklerimi verdim ve 24 saatlik değil, kırk yıllık değil, bin yıllık dostlar olarak grevci arkadaşların hepsiyle tek tek kucaklaşıp ayrıldık…
Onlar grevlerini sürdürmek için zemin katındaki konferans salonuna dönerken, benim zihnimde bir gün önce Manisa’dan grevdeki babası Abdurrahman Akyürek’i ziyaret etmeye gelen ilkokul öğrencisi Aleyna’nın bir cümlesi vardı.
Bir ara, babasıyla ve başka arkadaşlarla konuşmamız sırasında, babası açlık grevinde diye kendisi de bütün zorlamalara karşın ağzına günlerdir lokma koymamak için direndiğini öğrendiğim bu cin gibi kıza, biraz da şakayla karışık, “Aleyna, sen bu işler hakkında ne düşünüyorsun” diye sormuştum…
Aleyna’nın yanıtı beklenmeyecek kadar çabuk, açık ve net oldu ve aynen şöyleydi:
“Başbakan değişirse Türkiye düzelir…”
Bu cümleyi söyleyen çocuğun ses tonunda kesinlikle en ufak bir yapaylık, büyüklere onların istediği bir şeyi söyleyen çocuğun kendini beğendirme beklentisi yoktu.
Kendisine büyük olasılıkla ilk kez sorulan bir soruya yanıt olarak, kim bilir ne zamandır aklından geçirdiği o cümle bir anda dudaklarından dökülüvermişti…
Başbakan değiştiğinde Türkiye herhalde bir anda düzelmeyecek, fakat rahat bir nefes alacaktır…
İlkokul öğrencisi 11 yaşındaki Aleyna’nın dile getirdiği bu gerçeği, halkımızın büyük çoğunluğunun da daha fazla gecikmeksizin görüp anlamaya başlamasını diliyorum.
TEKEL emekçilerinin direnişi, işçi sınıfının, emekçilerin, sömürüye, adaletsizliğe, kanunsuzluğa karşı savaşımında tarihsel önemde bir adım olmuştur… BİTTİ