TEKEL VE İTİBAR KAYBI
Tekel ihtilafı kısa süre sonra hükümete ciddi şekilde zarar vermeye başlayacak. Aralık ortasında Tekel işçileri Ankara’nın merkezinde bir protesto başlattı, çünkü Türkiye’nin yakın zamanda özelleştirilen alkol ve tütün kurumu Tekel’den 1 Şubat itibarıyla çıkarılma koşullarına kuvvetle karşı çıkıyorlar.
Tekel ihtilafı kısa süre sonra hükümete ciddi şekilde zarar vermeye başlayacak. Aralık ortasında Tekel işçileri Ankara’nın merkezinde bir protesto başlattı, çünkü Türkiye’nin yakın zamanda özelleştirilen alkol ve tütün kurumu Tekel’den 1 Şubat itibarıyla çıkarılma koşullarına kuvvetle karşı çıkıyorlar. Hükümetin kendilerine önerdiği ve sınırlı sosyal haklar ve daha düşük maaş öngören yeni geçici sözleşmeleri kabul etmiyorlar.
Artık ‘eski’ sıfatıyla anıyor olduğumuz Tekel işçileri, özlük hakları korunarak başka kamu kurumlarına nakledilmelerini talep ediyor.
Ülkenin dört bir tarafından birçok sendika üyesi dayanışma sergiledi ve onlara destek verdi. Başbakan Erdoğan ise bunlardan etkilenmedi ve çeşitli vesilelerde hükümetin Tekel meselesinde geri adım atmayı düşünmediğini vurguladı. Ankara’daki eylemleri yasadışı diye niteledi ve işçilerin bu ay sonuna dek protestolarını bitirmemeleri halinde yetkililerin güç kullanarak bitireceği ültimatomunu verdi.
Tekel vakası hükümeti niye olumsuz etkileyecek? Devlet ile bazı çalışanları arasında bir anlaşmazlık olduğu için değil. Bunlar ara sıra birçok başka ülkede de yaşanır. Farklı farklı sonuçlar alınır, fakat çoğu zaman bir uzlaşma noktası bulunur. Bazı durumlarda işçiler kazanır, bazılarında ise devlet istediğini alır. Devlet fabrikalarını özelleştirmek Avrupa’nın geri kalanında da genellikle hassas ve çetrefilli bir iştir, fakat söz konusu vakada insanların büyük bölümü özel şirketlere alkollü içecek ve sigara üretme izni verilmesinin akla
uygun olduğunu kabul edecektir.
Tekel ihtilafının hükümete büyük zararlar verebilecek olmasının üç sebebi var bence. Biri, sendikalarla oturup bir uzlaşma noktası bulmak konusundaki gönülsüzlük. Bu geleneksel sendika karşıtı yaklaşım, Erdoğan ve bakanlarının demokratik açılımı ele alış tarzlarıyla ciddi bir tezat oluşturuyor. Kürt ve Alevi sorununa çözüm bulmak için bu kesimlerin temsilcileriyle oturdular ve şikâyetlerini dinlediler. Bu yeni yaklaşım memnuniyetle ve övgüyle karşılandı. Fakat bu olumlu tepkiler, hükümetin barışçı protesto haklarını kullanan işçileri sertlikle bir kenara
itmesi halinde çabucak unutulacaktır.
İkincisi, bu sadece başlangıç. Yaklaşık 200 bin çalışanı olan başka devlet şirketleri de özelleştirme listesinde. Ankara’daki sahnelerin diğer kentlerde tekrarlanması ve yeni grevler karışıklık ve rahatsızlık yaratacaktır. Bir ekonomik kriz sırasında ve seçimler arifesinde herhangi bir iktidar partisinin isteyeceği en son şey budur.
Fakat en büyük tehlike olası itibar kaybı. Bazı Tekel işçileri açlık grevini ölüm orucuna çevirmek istediğini söylüyor. İçlerinden birinin dediği gibi: “Onursuz yaşamaktansa onurumla ölmeyi tercih ederim.” Bu insan şiddet kullanan, aşırı solcu bir mahkum ya da hüküm giymiş bir terörist değil, bu ülkede birçoklarının sempati beslediği bir işçi. İşte bu, başbakanın nasıl tepki verdiğini ziyadesiyle mühim hale getiriyor. Tavizsiz tutumunda ayak direrse ve işçilerle veya onların temsilcileriyle konuşmak istemezse, kendini adamış açlık grevcilerinden biri öldüğünde suçlanma riskine girer. Ölüm oruçlarının bir demokraside öfkeyi veya itirazı ifade etmenin fazla radikal bir yolu olduğunu düşünenler bile sorumlu ve muteber siyasetçilerin bu tür can kayıplarını önlemek için daha ileri adımlar atmasını ister.
Harekete geçip bir uzlaşma noktası bulmak için hâlâ vakit var. Hükümet sendikaların bazı taleplerine olur demekle kaybeden taraf gibi görüneceğinden korkmamalı. İtibar kaybetmek, geri adım atmaktan daha kötüdür.