TEZATA BAKIN; REKOR CARİ FAZLA AÇIKLANAN GÜN TL DİBE OTURDU!
Türkiye ekimde aylık bazda şimdiye kadarki en yüksek ikinci cari fazlayı verdi; ama ne yaman çelişki ki bu fazlanın açıklandığı saatlerde TL değer kaybı rekoru kırıyordu.
Cari fazlanın da “faiz indirimi-kur artışı-dış ticarette iyileşme” üçgeniyle pek ilgisi yoktu. Ekim ayında fazla verilmesini sağlayan çok yüksek gelen turizm geliri oldu.
Çelişkinin ancak bu kadarı olur! Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ikinci en yüksek cari fazlasının verildiği gün, Türk Lirası’nın değeri dip yaptı.
Merkez Bankası verilerine göre cari işlemler dengesinde ekim ayında 3 milyar 156 milyon dolar fazla verildi. Bu, 2018 yılının ekim ayındaki 3 milyar 778 milyon dolarlık tutardan sonraki en yüksek fazlaya işaret ediyor.
Gerçi ekim ayındaki cari fazla dış ticaret fazlasından değil, çok yüksek gerçekleşen turizm gelirinden kaynaklandı; ama olsun. Fazla fazladır! Ekim ayının dış ticaret fazlası ödemeler dengesindeki tanıma göre 146 milyon dolar. Net turizm geliri ise 3 milyar 25 milyon doları buldu.
Ama doğrusu şimdi kafalar biraz karıştı…
Her ne kadar bu henüz ekim verisi ve kur artışı öyle çok yoğun hissedilmemişse de kurdaki hareketlenmenin dış ticarete etkisi anlaşılan umulan ölçüde olmayacak. Kur arttı diye ne ihracat tırmanışa geçecek ne ithalat dibe oturacak. Bu arada yeri gelmişken hatırlatalım; ekim ayının ortalama dolar kuru 9.14 düzeyindeydi. Hayır hayır, yanlış yazmadık, dün bir ara 15’e doğru yol alan, daha sonra Merkez Bankası’nın müdahalesiyle gerileyen dolar yanıltmasın, ekimdeki ortalama 9.14’tü. Nasıl hızlı yol aldığımıza(!) bakar mısınız…
Asıl kafa karışıklığına yol açan durum ise, kur artışının dış ticareti ne ölçüde olumlu etkileyeceğinden çok nihai amaca ulaşılıp ulaşılamayacağı ve daha da önemlisi ulaşılacaksa bile bunun ne zaman gerçekleşeceği.
Nihai amaç tabii ki fiyat artışını yavaşlatmak… Bunu sağlamak için biraz karmaşık bir yol izliyoruz.
Biz faizi fiyat artışının nedeni olarak gördüğümüz için düşürdüğümüzü söylüyoruz söylemesine ama zihinlerin gerisinde yatan amacın kurun yükselmesini sağlamak olduğu ortada.
Peki faiz düşürülünce kur fırlayıp gitmedi mi, gitti.
Kurun yükselmesinin nimeti olarak cari fazla vereceğimiz söyleniyordu, işte bu da oldu. Hem de ne fazla… Gümüş madalyalı.
Meyve ne zaman yenecek?
Yokuşu ıkına sıkına çıktık.
Bir dizi bedel ödedik, ödemeye de devam ediyoruz.
Söylenen amaç kısmen gerçekleşti:
“Düşük faiz- yüksek kur- cari fazla.”
Gerçi düşük faiz sayesinde yatırımların artacağını da bekliyoruz ama o yüksek kur yok mu yüksek kur; girişimcide yatırım yapma hevesi ve mecali bırakmıyor. Yine aynı örneği vereceğiz; faiz düştü diye girişilecek yatırım hamlesinin sonuçları, kur artışı olmasa bile, öyle üç beş ayda alınabilir mi? Bu kadar kısa sürede değil koskoca yatırımları gerçekleştirmek, sıradan konut inşaatını bile bitiremezsiniz. Yok eğer yatırımdan kastettiğimiz, mevcutların yabancılar tarafından alınmasıysa o başka!
Dolayısıyla bu yatırım basamağını atlayarak devam edelim. Şimdi sırada o zorlanarak tırmandığımız tepedeki meyveyi yemek var:
“Cari fazla sayesinde bollaşacak döviz-gerileyecek kur-düşecek enflasyon.”
Kâğıt üstünde bunların hepsi iyi gibi görünüyor ama ortada yenilecek bir meyve yok ki. Yoksa tam tersine tepeye tırmanıp şimdi orada bir de tipiye tutulup donup kalmak mı var?
Cari fazla verdik, hem de şimdiye kadarki en yüksek aylık fazla… Ama dövizin ne bollaştığı ne ucuzladığı, buna bağlı olarak da fiyatların ne gerilediği var.
Şu söyleniyorsa eğer, «Dur bakalım, bu söylediklerin olacak da zamanla olacak”; o zaman da “Peki ne zaman” diye sorma hakkımız doğuyor.
Türk tipi başkanlık sistemi olur da Türk tipi ekonomik model olmaz mı?
Zorlaya zorlaya birtakım icatlar yapıyor ama bunları bir türlü başka ülkelere kabul ettiremiyor, benimsetemiyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda Türk tipi başkanlık sistemine geçtik. Hala dünyada bir tek bizde var. Benzerleri olsa da bizdeki tek.
Şimdi de Türk tipi ekonomik model uygulamaya başladık…
Faizi düşür, kur artsın; sonra kur artmasın diye üstelik sana ait olmayan, kasanda emaneten tuttuğun dövizi sat!
Bunu bir kere yaptık, iki kere yaptık; dövizi geriletemediğimiz gibi artışını da durduramadık. Dün bir kez daha denedik ve öyle görünüyor ki denemeye devam edeceğiz.
Peki hiç kimsenin aklına “Acaba izlediğimiz yöntem yanlış olabilir mi” sorusu gelmez mi? Görünüşe göre gelmiyor.
Aslında eminiz geliyordur da bu soruyu soranlar düşüncelerini ya dile getiremiyor ya da kuşkularını ifade etseler bile bu dikkate alınmıyor.
Yoksa koskoca Türkiye’de bu uygulamanın yanlışlığını görebilecek siyasetçi ve bürokrat olmaz olur mu?
Bir Merkez Bankası düşünün ki bir eliyle ulusal paranın diğer paralara karşı olan değerini düşünüyor, diğer eliyle de ulusal paranın değerini artırmaya çalışıyor.
İşte bunun adı olsa olsa “Türk tipi ekonomik model” olur!