Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
12 Haziran 2023
TÜRK-İŞ’TE PARTİ KURMA TARTIŞMALARI – 1979 GENEL KURULU

Türkiye’de dış tahrik ve yönlendirmelerle siyasi cinayetlerin yoğunlaştığı ve iktidarda CHP’nin bulunduğu 1979 yılında, 16-22 Nisan günleri Türk-İş’in 11. Genel Kurulu toplandı. Genel kurulda tartışılan konuların başında, Türk-İş’in siyasi partilerle ilişkileri ve bir parti kurması konusu yer alıyordu.

TÜRK-İŞ’TE PARTİ KURMA TARTIŞMALARI – 1979 GENEL KURULU

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ

Bu dönemde Türk-İş’in bir parti kurması gerektiğini savunan kişilerden biri, 13 Şubat 1961 tarihinde Türkiye İşçi Partisi’nin kurucuları arasında yer almış olan İbrahim Denizcier idi.

Tekgıda-İş Genel Başkanı İbrahim Denizcier 1978 yılı Haziran ayında aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Bize göre, demokrasi dediğimiz düzenin esas anlamı, halkın kendisi hakkında verilen kararlarda etkili olabilmesidir. Tepeden inme bürokratik yönetim anlayışı tarihe karışmaktadır. Onun yerine ortak yönetim almaktadır. Çağımız hızlı bir değişim içindedir. Tüm toplumlarda ekonomik ve sosyal açıdan sınıfsal dengesizlikler siyasal çatışmaların odak noktasını teşkil etmektedir. Teknolojik gelişim ve işçi sınıfının üretici gücü demokrasilerde etkinlik kazanmakta ve toplumsal yönetimde yerini alma çabasını sürdürmektedir. Tartışmasız denebilir ki, kapitalist ekonomilerde emekçi sınıf biçimsel demokrasinin aşılmaz engellerini yıkarak yerine devlet yönetiminde söz sahibi olmak, parlamentoda oranı kadar temsil edilmek uğraşını vermektedir. Türkiye’de, sosyal dokunun özünü temsil eden emekçi kesim tüm siyasal partiler içinde de ağırlık kazanmak olanağına sahip değildir.

“Türkiye ekonomik ve sosyal bunalımların yanı sıra rejim bunalımına itilmek istenmektedir. Milli bütünlüğümüze, bağımsız ve özgür yaşamımıza yöneltilen saldırılar günden güne ürkütücü boyutlara ulaşmaktadır. Aşırı sağ ve sol eylemler yanı sıra mezhep, ırk, inanç, ideoloji gibi tahrike elverişli kavramları sömüren güçler etnik grupları ülkeye bölmeye, bölgesel bağımsızlık kavgasına sürüklemeye yönelmişlerdir. Açıkça itiraf etmek gerekir ki, Ecevit iktidarı bu iç bunalımları önlemekte acz içinde kalmıştır. Anarşi, kanlı sokak çatışmaları, baskın, soygun, kardeş kavgası azalacağına yaygın bir hal almıştır. Sonuç, devlet gücü iyice zedelenmiş, otoritesi ise zayıflamıştır. Bürokrasi, partizanlık, sömürü azgın ve aşkın bir hal almıştır. Şimdi Türkiye’de mustarip geleceğinden kuşkulu bir toplum vardır. Siyasi partiler arasında temel ülke sorunları konusunda hiçbir uzlaşma, yaklaşım söz konusu olmamıştır. Parlamento ve demokratik kurumlar çalışamaz duruma getirilmiştir. Bürokrasi daha da laçkalaşmış, devlet hizmetleri ve görevleri felce uğramıştır. Gövdesi CHP, kolları ise bağımsızlardan oluşan Ecevit hükümetinin iç sorunların çözümlenmesinde başarılı olamamıştır. Ekonomik bunalımların aşılması bir yana gittikçe ağırlaşması, fiyat artışlarının kontrol altına alınamamış olması, ciddi bir para politikasının izlenememiş bulunması bunu kanıtlamaktadır. Sermaye çevresi tekelleşmesini, sömürüsünü daha da etkinleştirmiştir. (…)

“Biz Tekgıda-İş Sendikası olarak Türk-İş’in ve ona bağlı işçi örgütlerinin öteden beri siyasal alanda güç ve ağırlığını duyurmasını önermişizdir. Bu yönde önerilerimiz vardır. Türk işçi hareketi kendi siyasal örgütünü kurmalı, tabana doğru yaymalıdır. Böylece, parlamentoda temsil edilme ve çıkan yasalarda kendi çıkarlarını korumak fırsatını bulabilecektir. Bu işlev geciktirilmeden yapılmalıdır. Nitekim solda ve işçiden yana bir parti olduğunu ifade eden CHP son günlerde kamu kesiminde ekonomik bunalımın adeta tek sorumlusu kabul ettiği işçilerin toplu sözleşmede ücret zammı isteklerini frenleme yolunu tutmuştur. Bunu çekinmeden ilan etmiştir. İşçiye işçiden başka yar olmayacağı artık kesin olarak bilinmelidir.” (Tekgıda-İş Haber Bülteni, 19.6.1978)

Türk-İş’in 11. Genel Kurulu 16-22 Nisan 1979 günleri Ankara’da toplandı.

Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı İbrahim Denizcier, genel kurul öncesinde bir broşür yayımlayarak, Türk-İş’in siyasi alandaki faaliyetlerine ilişkin öneriler getirdi: Türk-İş Öncülüğünde Bir Siyasi Parti Kurulmasına İlişkin Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı İbrahim Denizcier’in 11. Genel Kurula Sunduğu Önergesi, Ankara, 1979. Broşürde şöyle deniyordu:

“Türk-İş işçi sınıfının ağırlığından soyutlanmış bir siyasal eylemi örgütsel oluşuma ulaştırmalıdır böylece parlamentoda sosyal bir güç olarak temsil olanağını bulmalıdır. Bizce bu kongrenin çözümleyeceği ve kesin bir karara bağlayacağı en önemli konu budur.

“Türk-İş Ana Tüzüğünün 5. maddesinde yer alan Türk-İş siyasal partiler karşısında mutlak bağımsızlığını korur, hükmünün geçtiğimiz çalışma dönemi içinde zedelenmeden korunduğunu ve nasıl değerlendirildiği konusunu burada tartışmanın gereğini duymamaktayız. Ancak, bugüne kadar Türk-İş’in bu maddede yer alan bir siyasi partiyi destekler veya bir siyasi partinin kurulmasına öncülük eder, hükmünün askıya alınması, şimdiye kadar uykuya bırakılması bizce büyük bir zaman kaybı, örgütsel açıdan fikir ve siyasal eylem dağınıklığına, kuşkulara neden olmuştur. (…)

“Daha önce CHP ve AP’den görüşler istenmiş, bunların cevapları alınmış ve siyasal partilerin Türk-İş’in benimsediği 24 temel ilke doğrultusunda bir iş birliğine yanaşacaklarının samimi olarak saptanmasına olanak yoktur. Her iki siyasal parti de geçtiğimiz süre içinde desteklerini sağlayabileceklerine inandıkları Türk-İş’in dışında bazı işçi örgütleri ile zaman zaman dayanışma, iş birliği içine girmişlerdir.

“Tekgıda-İş Sendikası olarak biz X. Genel Kurulda olduğu gibi Türk-İş’in hiç zaman kaybetmeden Ana Tüzüğünün kesin direktiflerine uyarak emekçi kesimin etkin gücünü politikaya koyabileceği örgütünü oluşturmak için öncülük etmesi konusunda kesin karara varmasını öneriyoruz. (…)

“Aslında başta parlamentoda temsil edilen siyasal partiler olmak üzere tüm çıkar çevreleri, işçi hareketinin bilinçlenip siyasal bütünleşmesinden kuşku duyan kesimler Türk-İş’in emekçi kesime dayalı geniş tabanlı bir örgütü oluşturmasına kesin olarak karşıdırlar. Böyle bir girişimi daha başında baltalamak, bölmek amacında birleşirler. Türk İşçi hareketinin oluşturacağı siyasal partinin çığ gibi büyüyeceğinden şüphesi olmayan sermaye ve çeşitli çıkar çevrelerinin oluşturduğu bugünkü partilerimiz şimdiden tuzaklar hazırlamanın, çelme takmanın, oyunlar düzenlemenin kurgusu içindedirler. (…)

“Biz hiçbir zaman siyasi partilere organik bağlarla bağlanmanın yararlı olacağına kani değiliz. Siyasi bir partiyi destekleme gibi önerilerin de işçi çıkarları açısından ne denli yararlı olacağı tartışma konusudur. Özendirici olan, işçi hareketinin İngiltere’de olduğu gibi siyasal partileri denetimi altında bulundurabilmesi, kendi çıkarları çizgisinde yönlendirip etkileyebilmesidir. Böylece emekçiler oy potansiyelleri ve örgütsel güçleri ile oluşturdukları siyasal partilerini kendi çıkarları doğrultusunda faaliyetlere yöneltebilir.

“Bugün Türkiye’de başta en büyük iki kitle partisi CHP ve AP’nin tabanlarını oluşturan tutucu, sermayedar, burjuva ve bürokrat kesimlerin etkin ağırlıklarını görmemezlikten gelmeye olanak yoktur. Bu siyasal örgütlerin ana dokusunu oluşturan ve de politik yöntemlerini etkileyen bu kesimler ile işçi sınıfının çıkarlarını bağdaştırmak, aynı potada değerlendirmek pratikte olumlu sonuç vermez. Bu bile Türk-İş’e son kez tarihi bir görev düştüğünü kanıtlamaktadır. Ekonomide üreten işçinin, siyasal açıdan yöneten olması doğaldır. Şu halde üretenin en azından devlet yönetiminde ve de parlamentoda doğrudan temsili hakça bir düzene yöneliş olacaktır. (…)

“Türk-İş demokratik, batıya dönük bir işçi hareketinin öncüsü olarak siyasal bütünleşmenin amacına ulaşmasında örgütsel ağırlığını duyurmak, koymak durumundadır. Bunda gecikmiş bile sayılabilir. Siyasal partiler gibi ne ideolojik inancı ve ne de bir takım çıkar çevrelerinin tatmini yönünde hesapları yoktur. Türk-İş bir demokratik kuruluştur. Halka açık, onunla özdeşleşmiş, işçi sınıfını bütünleştirici, sapık ideoloji ve de ihtilalci yanı olmayan dünya görüşünde bir hareketi oluşturmanın uğraşını vermektedir. Türk işçilerini kargaşanın dışında tutma basiretini göstermiş yegâne akılcı, yurtsever, sınıfsal çıkarları koruyup geliştirecek bir siyasal örgütlenmeyi başarıya ulaştıracak güç ve bilinçlenme, yöneticisinden tabanına kadar yaygındır. (…)

“Artık siyasal bütünleşmeyi, bir anlamda kurtuluşu şu ve bu partide aramanın bu yönde uğraşı sürdürmenin boşuna zaman kaybetmek olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Olaylar ve deneyler içinde hepimiz yaşamaktayız. Bugün, Türk-İş çatısında hangi siyasal partinin üyesi veya sempatizanı olursa olsun, işçi arkadaşlarımızın yaşadığımız ortamda emekçi kesimin ekonomik, mesleki ve tüm sosyal çıkarlarını sınıfsal açıdan savunacağına olan güveni kalmadığı bir gerçektir.

“Başka bir alternatifi gözler önüne sermek isteriz. İki büyük siyasi partinin (AP ve CHP) birbirinden farklı sosyal temelleri, hatta ekonomik ilkeleri yoktur. Değişiklik genellikle programlarındadır. Bazı sloganları farklıdır, bunlar aldatıcıdır. Şimdi içinde bulunduğumuz ortam dikkate alınırsa, hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin, Türkiye’nin sorunlarını bir kalemde çözecek elinde sihirli değnek yoktur. Bir an için bu partilerden birini tercih etsek, sorumluluğunu da unutmayalım ki, biz, işçi kesiminin üzerinde kalacaktır. Böylesine haksız ve yersiz bir suçlamayı elbette benimsememize olanak yoktur. Asıl olan işçi hareketinin kendi politik uğraşısı ile demokratik ilkelerden sapmadan sosyal ve ekonomik varlığını güç olarak koyarak, toplumda ve devlet yönetiminde yerini hakça almasıdır.

“Son olarak şunu belirtmek isteriz ki, her siyasal parti bizimle kur yaptığı halde hepsi de bir işçi konfederasyonu kurmaktan geri kalmamışlardır. Yahut kurulmuşlarla gizli ittifaklar halindedirler. Bunu içtenlikle ortaya koymamız gerekir. İşçinin politikaya ağırlığını koyması somut olarak kendi siyasal partisini oluşturması ile mümkündür. Kurtuluşun yolu Türk-İş önderliğinde bir siyasi partinin zaman kaybedilmeden örgütlenmesidir. Bu yönde Türk işçisi hazır ve sabırsızdır.

“Tekgıda-İş Sendikası olarak siyasal partilerden herhangi birini desteklemeye hayır diyoruz. Türk-İş’in benimsediği 24 ilkenin ışığında emekçi sınıfın ekonomik, sosyal ve yasal haklarını, özgürlüklerini geliştirecek, amacına ulaştıracak siyasal partinin oluşturulması yönünde Türk-İş’in XI. Genel Kurulunda karara varılmasını bekliyor ve buna evet diyoruz.

“Bu yönde Türk-İş’in XI. Genel Kurulunun tarihi görevini en bilinçli kararları alarak değerlendireceğine de inanıyoruz.”

Türk-İş’in 11. Genel Kurulu’nda söz alan bazı delegeler bu konudaki görüşlerini ve eleştirilerini dile getirdi.

Deri-İş Delegesi (Kazlıçeşme Şube Başkanı) Munzur Pekgüleç şunları söyledi. (Munzur Pekgüleç 1982-1992 döneminde Deri-İş Genel Başkan Yardımcısıydı. 1993 yılında DİSK’e bağlı İlerici Deri-İş’in Genel Başkanı oldu):

“Partilerüstü politika bugüne kadar ne olmuştur? Türk-İş olarak hep, işçinin sofrasını zenginleştirecek, sonra gerekirse politika yapacağız, denmiştir. Geçen zaman içinde söylenenler uygulanabildi mi? (…)

“Bugün artık okul sırasındaki çocuklar bile bilmektedirler ki, suyun başı Ankara’dadır; yani iktidardadır. İktidar mücadelesi ise siyaset yapmayı gerektirir. Sendikalar bizzat kendileri parti gibi siyasal iktidar mücadelesi vererek; ama bu mücadeleyi veren partileri, siyasi iktidarları kollar ve denetler.

“Türk-İş ise işçilere sadece 5-10 lira ücret artışı mücadelesini vermek amacıyla haklarını peşine takıp onlara siyaseti yasaklayan siyasi arenayı bir avuç yerli yabancı para babasına ve onların sözcülerine bırakarak işçi sınıfımıza en büyük ihaneti yapmıştır.

“Ancak Türk-İş’in bugün açık bir siyaset yasakçılığı olan parti politikasını savunmamaktadır. Çünkü Türkiye dünden daha beter buhranlar içinde kıvranırken bir ücret artışının hemen ardından gelen devalüasyon, zam bunları alıp götürmektedir. İşçi artık uyanmış, güneş artık balçıkla sıvanmaz olmuştur.

“Şimdi artık meşhur partilerüstü politika ilkesine genel anlamda bir politikaya evet; ama herhangi bir politikayı savunmaya hayır şeklinde savunmuştur. Özde değişen bir şey yoktur. (…)

“Türk-İş eğer işçiden yana olduğunu iddia ediyorsa o zaman işçi sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir partinin politikasını savunmalıdır.

“Biz, bugün Türk-İş’in bunu yapmayacağını biliriz. Asıl söz konusu olan tüm sendikalarda olduğu gibi Türk-İş içinde bilinçli işçilerin yapması gereken bu partilerüstü genel siyaset safsatalarını yıkmak, bu partilerüstü politikayı yıkmak, işçi sınıfının çıkarlarını savunan ve onun politikasını seçmek ve onu kendi örgütünde değiştirmektir. (…)

“Türk-İş partilerüstü politikasıyla, ekmek kavgasıyla siyasi kavgayı birbirinden ayırmak, böylece açlık ve sömürü düzeninin baş sorumlusu bir avuç soyguncu ve yerli yabancı para babalarının partilerinin politikasına güya tarafsız kalarak aslında onları desteklemektedir.

“Böylece işçi sınıfının soyulup sömürülmesine bir ölçüde yardımcı olmaktadır. İşçi sınıfımızın iktidar mücadelesine engel olmaktadır. Sürdürülen bu politikanın normal bir sonucu olarak Türk-İş’in bir zengin sendikacılık alanı olmuştur. Türk-İş işçinin sofrasını zenginleştirmiş, bir avuç sendikacının değişmez kadrosunu zenginleştirmiştir. Artık herkesin bildiği gerçek budur.” (Türk-İş, 11. Genel Kurul Çalışmaları, 16-22 Nisan 1979, Ankara, Yay.No.129, Ankara, 1979;88-90)

Türkiye Gazeteciler Sendikası Delegesi Nail Güreli’nin görüşleri de şöyleydi (Nail Güreli 1982-1983 yıllarında TGS Genel Başkanı idi. 1983 yılında SODEP’in kurucularından oldu):

“Büyük ve önemli görevlerle baş başa bulunan bu değerli genel kurulu, Türk-İş ve çağdaş ve sınıfsal bir sendikacılık anlayışının egemen kılınması, işçi, politika, sendika, parti ilişkilerine tutarlı ve geçerli çözüm getirilmesi, Türk işçi hareketinin başarıya ulaşmasında önemli yeri bulunan eğitim sorununun yeni ve aktif bir anlayışla ele alınması, tüm ülkelerin işçileriyle dayanışma içinde bulunulması ve dünya işçilerinin bir töresi olan 1 Mayıs Bayramına gerçek anlamıyla Türk-İş’in sahip çıkması, işçi sınıfının yaşamı ve çıkarlarıyla işçi doğrudan doğruya ilgili bulunan düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı, düşünceye yasak koyucu yasa hükümlerinin kaldırılması, Amerikan modeli sendikacılığın bırakılarak bilinçli işçi sınıfının başarılı örneklerini veren Batı Avrupa sendikacılığı ile yakın ilişkiler kurulması dileğiyle ve saygılarla selamlıyoruz, bu genel kurulu. (…)

“Hep biliyoruz ki, Türk-İş Amerikan sendikacılığına göre kurulmuş, yıllar yılı Amerikan tipi sendikacılığın etkisi altında kalmış, o tipi benimsemiş ve uygulamıştır. (…)

“Amerikan tipi sendikacılık gereğince Türk-İş yıllar yılı partiler üstü politika diye bir anlayışın savunucusu oldu. İşçiler ve sendikalar böylece politikanın dışında tutuldu. Cami ve kışlaya politika girmez dendiği gibi, sendikaya da politika girmez dendi. Oysa sendika üyesinin ekonomik çıkarlarını kovalayan sendika politikanın içinde değil miydi? Politika yapmak gerekli değil miydi? Ekonomik düzeni işçinin yararına nasıl değiştireceksiniz? Bu arada partiler üstü politika sloganının ardında nasıl particilik yapıldığını da hep beraber gördük. Kongrelerimizde kürsüye çıkanların nasıl parti propagandası yaptıklarını, hatta işçiyi işçiye jurnal ettiklerini, bu ev sahibi durumundaki kuruluşun başkanını dahi eleştirmek cüretini, saygısızlığını gösterdiklerine hep beraber şahit olduk. (…)

“Partiler üstü politikanın artık yürümeyeceği anlaşıldıktan sonra, yalnız anlaşıldıktan sonra değil, kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıktıktan sonra geçen genel kurulda sendikaya ağırlık konulmasının yolu bulunmak istendi. Sonuçta bir 5’inci madde ortaya çıktı ve onun talihsiz uygulamasıyla, daha doğrusu uygulanmamasıyla karşılaştık. (…)

“Türk-İş’in partilerle ilişki girişiminin tutarsız bir girişim olduğu ve başarısızlıkla sonuçlandığı açıkça ortada. Bu biçimde bir girişimden başarı beklenmesi de olanaksızdır aslında.

“Değerli arkadaşlar, kanımızca Türk-İş icra ve yönetim kurullarının yola çıkış noktası yanlış olmuştur. Kendi deyişleriyle söylüyoruz, siyasi partilerle belirli kural ve koşullarda iş birliği yapmak yine rapordaki kendi deyimleriyle Türk işçisine daha etkin bir hizmet vermenin yolu olmamıştır, işte sonuç ortada.

“Siz kalkıyor, siyasi partilere milletvekilliğinden muhtarlığa kadar pay isteyen bir pazarlık öneriyorsunuz. Evet mektuptaki 6’ncı maddede bunlar belirtiliyor. Sonra her iki partiden de diplomatik bir dilin altında koskocaman ret cevabı alıyor geri çevriliyorsunuz. Üstelik her iki partinin lideri de demokratik ve hukuksal açıdan birer ders vermeye kalkıyor. Biri şöyle diyor: Türk-İş yönetim kurulunca iş birliğinin ayrıntılarıyla ilgili olarak ileri sürülen koşullardan bazıları ise Anayasaya, yasalara ve Millet Meclisi İçtüzüğüne aykırıdır. Ötekinin dediği de şu: Anayasamızın 46’ncı ve 47nci maddeleriyle 274 sayılı kanunun 16’ncı maddesini nazara alarak sendikaların siyasi partilerle ilişkilerindeki hukuki sınırlama üzerinde bir tartışma yapmak istemiyoruz.

“Değerli arkadaşlar, bu girişimlerde Türk-İş yönetim kurulunun yanlışları olmuştur, adeta istenerek böyle bir sonuç yaratılmıştır denilebilir. Bir partinin desteklenmesi konusunda önce yönetim kurulu kendi içinde görüş birliğine varamamış, bırakın görüş birliğini, 5’inci maddenin öngördüğü 2/3 çoğunluğunu sağlayacak bir görüş etrafında birleşememiş ve olağanüstü kongreyi toplamamıştır.” (Türk-İş,1979;180-182)

DYF-İş Delegesi Ömer Sönmez de konuşmasında şu noktalara değindi (1956-1975 döneminde Ankara Demiryolu İşçileri Sendikası Başkanı; 1966-1968 döneminde DYF-İŞ Genel Başkan Yardımcısı; 1975-1981 döneminde DYF-İŞ Genel Sekreteri):

“Bu arada sendika-parti, işçi-politika ilişkileri üzerinde yapılan seminerlerin, partilere verilen muhtıraların sonuç olarak havanda su dövmekten öte bir işe yaramadığını da vurgulamak gerekir. Ancak burada üzerinde önemle durulması gereken bir konu var; eğer toplumun herhangi bir yönde karar alma sürecine girmesine çalışılırsa. Fakat Türk-İş bünyesinde genel kurul kararına rağmen bunun aksi yapılmaktadır.

“Mantık ile önce taban siyasal bilinçlenmesini tamamlasın, sonra Türk-İş olarak politikada tavrımızı çizelim, denilmektedir. Bu şekilde haksız olarak Türk işçisinin demokratik görüşleri inkar edilmektedir. Ama görünen ve bilinen odur ki, işçi sınıfı doğrultusunda politikayı çizemeyenler, işçiler değil yöneticilerdir. Son genel kurulda tüzük değişikliğinin siyasal tavır almayı güçleştirici bir şekilde çıktığını bildiğimiz gibi, aynı şekilde bildiğimiz bir diğer olgu da, genel kurul çoğunluğunun partiler üstü politikanın değişmesi için gösterdiği şevktir. Fakat buna rağmen Türk-İş yönetiminin siyasal bilinçlenme yolunda çalışmalar yapması gerekirken, aksine tüm çalışmalarında ve eğitim programlarında ısrarla partiler üstü politikanın methi yapılmıştır.

“Hatta Türk-İş dergilerinde dahi partiler üstü kalmanın faziletleri övülmektedir. İlkokullardaki çocukların dahi politize olduğu toplumumuzda işçiye ve örgütlerine ‘siyasete karışma’ demenin anlamı eğer alay etmek değilse, ya bilgisizlik ya da işi sınıfının dışındakilerle çıkar birliği içinde bulunmak demektir.

“Bu itibarla sendika-siyaset ilişkisinin artık hafife alınacak bir konu olmadığında birleşmek, ancak sendikaların parti olmadığını ve sendikalara partilere özgü görevlerin yüklenmemesi gerektiğini ve fakat sendikaların en önemli görevlerinden birinin de işçiye bilinç vermek olduğu gerçeğini de kesinlikle unutmamak gereğini vurgulayalım.

“Bunu biz yapmadığımız zaman işçiye sendikalar dışından siyasal bilinç vermeye çalıştıklarında, ki doğal olarak bu bilinçlendirme herkesin kendi çıkarları doğrultusunda olacaktır, hiç kimseyi suçlamaya hakkımız olmayacaktır. Kendi görevimizi yapamadığımız sürece sağda solda pek çok politik görüşün işçi sınıfı adına laf etmesi gibi toplumsal bunalımlara yol açan durumları önlemek yine bizim elimizde olmayacaktır. (…)

“Kapitalist bir üretim biçiminin geçerli olduğu bir toplumda da planlar işçi ve emekçiler için değil, fakat sermayenin çıkarına düzenlenir. Ülkemizde de iyi niyetlere rağmen planlar ekonominin dışa bağımlılığı ve kapitalist yapısını sürdürmesine engel olamamıştır. Plan hedefleri ve amaçlarıyla gerçekleşme arasındaki farklılıklar bize bunu kanıtlamaktadır.” (Türk-İş,1979;225-227)

Likat-İş Delegesi Adil Balcıoğlu şunları söyledi (1963-1964 döneminde Likat-İş Genel Mali Sekreteri; 1979-1983 döneminde Türk-İş Disiplin Kurulu Üyesi) :

“Değerli arkadaşlarım, Türk-İş’in Kongresinde partiler üstü kalalım diyenler var, siyasi hayata ağırlığımızı koyalım diyenler var, kendi partimizi kuralım diyenler var. Parti listelerinde yer alarak parlamentoya giren veya işçinin sorunlarına daha yakın ve duyarlı bulunan bir siyasi partinin listesinde Meclise girerek işçi sınıfının çıkarlarını koruma ve geliştirme yolları denendi, deneniyor, sonuç ortada.

“Bu yola girenler, parti program ve tüzüğünün insafsız şartları içinde eridiler ve gittiler. Böyle olması da kusur sayılmamalıdır. Çünkü her siyasi parti, belli sınıf ve çevrenin menfaatlerini korumak için kurulur. İşçi sınıfının çıkarları ile sermaye ve iş çevrelerinin çıkarlarını koruyan partiler arasında gerek ülkede, gerekse yürütmede çelişkiler olacağı doğaldır. Demek ki, çeşitli partilerden parlamentoya giren sendikacı milletvekilleri siyasi alanda işçilere katkıda bulunamamaktadırlar. Bu arkadaşlarımı kınadığımı zannetmesinler.

“Hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar elden gelen çabayı gösterdikleri muhakkak. Aslında 450 üyeden oluşan parlamentoda işçiden yana sadece 10 milletvekilinin bulunduğu dikkate alınırsa onlardan fazla bir şey beklemek de haksızlık olur. Aslında işçiye her kesimde prim verdikleri halde, iktidara gelince işçi kesimine inançlı ve samimi olmadıklarını göstermek için adeta yarış edenlerin arasında bu kadar az sayıda milletvekilinden bir şeyler beklemek hayalden öteye gidemez. Şu halde işçi sınıfı politik etkenlik sağlayacak bir siyasi örgütü oluştursun, böylece gerçek bir iş birliğini yaratsın diyelim. Bu öneriye görüş olarak katılmamız mümkündür. Ancak pratikte çok düşündürücü. Gerçekleri kabul edelim.

“Arkadaşlar, işçi sınıfını oluşturan bireylerin siyasi noktaları var. Bu düşünce ile siyasi tercihlerin partiye kaymaları zordur. Nitekim işçiler tarafından kurulan İşçi Partisine bir süre sonra işçilerin iltifat etmeyişi sadece işçilere dayanmak amacıyla oluşturulan işçi partisinin bütün vatandaşlardan kopması sonucu bunun gerçekleşemeyeceğini ortaya koymuştur.” (Türk-İş,1979;248)

Likat-İş Delegesi Yaşar Atıcı’nın görüşleri de şöyleydi (Likat-İş Sendikası 1972-1983 dönemi Genel Sekreteri):

“Gelelim mecliste temsilcilerimizin bulunması konusuna. A ya da B partisinden veya iktidar yahut muhalefet kanadından Meclise girmiş bir kimse kimin milletvekilidir? Hele hele de kontenjandan Meclise girmişse, bu milletvekili, bu kimsenin işçi milletvekili olması mümkün müdür? Belki şeklen işçi milletvekilidir, çalışmasında mutlak siyasi partisinin plan ve programına uygun hareket edecektir. Öyleyse şu veya bu partiden Meclise milletvekili sokmamız yahut sendikacıların kendi gayretleriyle Meclise girmeleri sonuçta bize yarar getirmez.

“O zaman ne kalıyor? Alternatif olarak 24 ilkemizi benimseyen bir siyasi partiyi seçimlerde desteklemek. Kanımca bu görüş de bizi kesin sonuca götürmez. Kimi ve neyi destekleyeceğiz? Şart, 24 ilkemizin benimsenmesidir. Şart, 24 ilkemizle beraber bir miktar sendikacının Meclise girmesidir. Bu konuda çalışma raporunda ayrıntılı biçimde bir izahat bulamadım.”

“Sadece siyasi partilere metin sunulduğunu, CHP ve AP’den alınan cevabın Türk-İş Yönetim Kurulunda incelendiğini, sonunda da Türk-İş’in hiçbir siyasi partiyi desteklemeyeceğine havi bilgi vardır. Ancak asıl bilmemiz gereken bir husus bence müphem kalmıştır. Siyasi partiler bizim desteğimize karşın 24 ilkemizi mi kabul etmiyorlar? Yoksa 24 ilkemizin amacını hedefine kavuşturacaklarının kabul ediyor da, bize kontenjan mı vermiyorlar? İşte burası meçhul ve Türk-İş de partilere verdiği metin, partilerden aldığı cevabı açıklıkla raporunda sergilememiş olduğu için de meşkûk. Ancak bugün bir arkadaşımız burada konuşurken mahalle muhtarlığı, belediyelerde Millet Meclisinde de kontenjanların istendiğini açıkladılar. O şekilde tenvir olmuş oldu.”

“Her şey raporda açık açık yerini alsa da, burada açık açık söylense de Türk-İş dahil hiçbir sendika dünkü bugünkü ortamda üyelerinin oyunu şu veya bu partiye kanalize edemez. İşçilerin bugünkü partilere itimadı kalmadığı için edemez, siyasilerin iktidardayken ayrı, muhalefetteyken ayrı konuştukları için de edemezler. Bu itibarla partileri destekleme alternatifi de tutarlı ve ciddi bir şey değil.

“Bugünkü olgularla Mecliste temsilcimizin bulunması, partiler üstü politika, bir partiyi destekleme gibi tezler hiçbir şekilde tutarlı olmamış ve maalesef sendikacıların karşısında Türk işçi hareketinin sıkılmış tek yumruk intibaını da zaman zaman zedelemiştir. (…)

“Ve gene bilmelidir sendikal çıkarların gerektirdiği ahvalde siyasetçilerle çekişmelerimiz olacaktır. O takdirde hem davalı, hem hakim durumuna bir sendikacı düşmemelidir. Siyasiler iktidar olurlar, muhalefet olurlar, sendikacı gerektiğinde hem iktidarla ve hem de muhalefetle çekişir. Bu sendikacı siyasetçi ise ne yapacaktır? O halde Türk-İş ana Tüzüğüne kesin olarak iki madde koyacağız. Sözümün sonunda bunu öneriyorum arkadaşlar.

“1- Türk-İş İcra Kurulunda vazife alanlar herhangi bir siyasi partide aktif görev alamazlar. Aksi davrananların Türk-İş’teki görevi otomatikman sona erer.

“2- Türk-İş, teşkilatlarıyla bir bütün olarak siyasi partiler karşısında mutlak bağımsızdır ve siyasi partilerle hiçbir şekilde organik bağ kuramaz. İşçi sınıfının, ülke ve ulusun hak ve menfaatleri için hükümetler karşısında mutlak baskı unsuru olarak görevini yapar.

“Bu önerim takdir ve tescillerinize mazhar olursa Türk-İş ve sendikalarımızın çatısı altında siyasi bir sürtüşme olmayacaktır. Siyasi tercihler yerine sendikal hizmetler üretilecektir. İşçinin, ülkenin, milletin yararına alınacak karar ve eylemlerde bütünlük sağlanacaktır.” (Türk-İş,1979; 251-253)

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç genel kurulun sonunda yaptığı konuşmada görüşlerini şu şekilde özetledi:

“Gördüğünüz gibi, son genel kurulda ancak iki siyasi partinin genel başkanını çağırdık. Birisi Hükümet Başkanı, birisi Ana Muhalefet Lideri idi.

“Arkadaşlarım, MHP’yi niçin çağıracağım, ben genel kurula dünya görüşü sendikacılık felsefesine taban tabana zıt olan bir partinin genel başkanını niçin çağıracağım? Yeterli değil bu da kafi değil. Hele işçi hareketini bölme pahasına, sendikacılık felsefesinden yoksun bir teşkilatın genel kurullarına giden konuşan, orada atıp tutan ve hatta kongre başkanı bir yan kuruluşu olarak olayların içinde kullanan bir partiden beklediğimiz bir şeyi mi var? Elbette çağırmam.

“Gelelim, MSP’yi niçin çağıracağım? Irk, din, mezhep, siyasi parti farkı gözetmeden hizmet vereceğine ant içtiği tüzüğünde belirlediğim bu ilkelere ters düşen ve iktidarı döneminde işçiye düşmanlığını somut örnekle veren, işçiye düşmanlığını somut örnekleriyle gösteren bir partinin liderini buraya çağırmak bize utanç verirdi ve kamuoyunda, ‘Türk-İş ne istediğini bilmeyen bir topluluktur’ diyen, bir ithama kolayca cevap veremezdik. Sırası gelince neler çektirdiklerini, bize nasıl kan kusturmak istediklerini açıklayacağım. Arkadaşlarım belki iyi niyetle, belki onlar da çağrıldı demelerini karşılamakla birlikte, en azından o arkadaşlarımın Genel Başkanımız gerçekten doğruyu söyledi, bizi uyardı diyeceklerini sanıyorum. Hak vereceklerini sanıyorum.” (Türk-İş,1979;441-442)

Türk-İş’in 1979 genel kurulunda partilerüstü politikaya ilişkin tüzük hükmüne bir cümle eklenmesi önerisi reddedildi. (Türk-İş,1979;386)

Genel Kurulda yapılan seçimlerde, genel başkanlığa İbrahim Denizcier, genel sekreterliğe M.Sadık Şide, genel mali sekreterliğe Ömer Ergün, genel eğitim sekreterliğine Kaya Özdemir ve genel teşkilatlanma sekreterliğine Orhan Erçelik seçildi. (Türk-İş,1979;459)

Türk-İş genel başkanlığına seçilen İbrahim Denizcier’e AP’li olup olmadığı sorulunca, Denizcier’in yanıtı şöyle oldu: “Ben nasıl AP’li olurum. Türkiye İşçi Partisi’nin kurucularından olan bir kişi AP’li olabilir mi? Beni herkes AP’li diye tanıyor. Ancak şunu söyleyeyim ki benim AP ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yok. Ben Türkiye İşçi Partisi’nin kurucularındanım.” Hürriyet muhabirinin, “Türkiye İşçi Partisi’nin kurucuları arasında yer aldığınıza göre fikrinizde sonradan bir değişiklik oldu mu?” sorusuna da İbrahim Denizcier şu yanıtı verdi: “Hayır. Kesinlikle hiçbir değişiklik olmadı. Hatta düşüncelerim, ufkum daha da genişledi. Şimdi hiçbir partinin üyesi değilim. Atatürk devrimlerine bağlı birisiyim.” (Hürriyet,24.4.1979)

DİĞER HABERLER
FAİZ İNDİRİMİ İÇİN ARALIK AYI YORUMU NE KADAR DOĞRU?
FAİZ İNDİRİMİ İÇİN ARALIK AYI YORUMU NE KADAR DOĞRU?

Merkez Bankası politika faizini yüzde 50’de sabit tutmakla birlikte Para Politikası Kurulu metninde önceki metinlere göre epeyce bir değişiklik yaptı. Merkez Bankası’nın açıklamasındaki değişiklikler ağırlıklı olarak faiz indirimi için aralık ayına işaret edildiği şeklinde yorumlandı.

LİPTON FABRİKASINDA ÜYE EĞİTİMLERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ
LİPTON FABRİKASINDA ÜYE EĞİTİMLERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ

20-21 Kasım 2024 tarihlerinde, Fındıklı ve Ardeşen’deki Lipton Çay Üretim Fabrikalarında çalışan üyelerimize yönelik eğitim programı düzenlendi. Programın açılışı, Genel Eğitim Sekreterimiz Engin Öz ve Dosan Şube Başkanı Mustafa Yüksel tarafından gerçekleştirildi.

ÜCRETLER NİYE Mİ ÖNGÖRÜLEN ENFLASYONA ENDEKSLENEMEZ?
ÜCRETLER NİYE Mİ ÖNGÖRÜLEN ENFLASYONA ENDEKSLENEMEZ?

Yıl sonuna yaklaştıkça giderek daha çok tartışılan bir konu var. “Ücretler gelecek dönem için öngörülen enflasyona endekslenerek mi belirlense, yoksa geride kalan dönemin enflasyonu dikkate alınarak mı?”

“ASGARİ” İNSANCA OLMALI
“ASGARİ” İNSANCA OLMALI

Türk-İş, DİSK ve Hak-İş başkanları, emekçilerin temel hak ve taleplerini Meclis’e taşıdı.