TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME VE SENDİKALAR
Atatürk’ün devletçilik politikası, Türkiye’nin ekonomik kalkınması olduğu kadar, ekonomik ve siyasi bağımsızlığı ve milli birliğin oluşturulup güçlendirilmesi açısından son derece önemliydi.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Osmanlı Devleti’nden devralınan ekonomik miras, özellikle 1911-1922 döneminin savaşları nedeniyle, bir enkazdı. Ayrıca, eğitim ve sağlık hizmetleri de son derece geriydi.
Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen büyük kalkınma ve milli kimliği geliştirme mücadelesi sonucunda, 1938 yılında varılan düzey, 1919 yılındakinin kat kat ilerisindeydi.
Atatürk’ün bu büyük ve Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli olan mirası, 1980’li yıllardan itibaren büyük zararlar gördü. Atatürk dönemindeki halkçılık ve ardından 1961 Anayasası sonrasındaki sosyal devlet anlayışı kenara atıldı.
Atatürk döneminde kurulan işletmeler, millileştirilen ve devletleştirilen şirketler, devlet tarafından sağlanan eğitim ve sağlık hizmetleri bir süreç içinde özelleştirildi.
Devlet işletmelerinde ve kurumlarında işçilere ve memurlara sağlanan haklar, örnek niteliğindeydi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, öncelikli olarak kendisinin işveren konumunda olduğu işyerlerinde, yürürlükteki çalışma mevzuatının tam olarak uygulanmasını sağlamanın ötesinde, çeşitli yönetmelikler ve farklı düzenlemeler aracılığıyla, işçi hak ve özgürlüklerinin gelişmesine büyük özen gösterdi. Kamu kurum ve kuruluşlarındaki çalışma koşulları ve ücretler de sendikasız olsalar bile, özel sektör işyerleri için dikkate alınan örnekler oluşturdu.
Türkiye sendikacılık hareketinin gelişmesinde de kamu kurum ve kuruluşlarının büyük katkısı oldu. 1946 yılından önce çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında çeşitli işçi ve memur dernekleri vardı. 1946 yılından itibaren işçi sendikalarının kurulmasında, kamu kurum ve kuruluşlarının işçileri, sağlanan demokratik ortam sayesinde öncülük etti.
Kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirilmesi, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığına büyük zarar vermesinin ötesinde, işçi hakları ve sendikal hak ve özgürlükler açısından da önemli zararlara yol açtı.
1986-2022 döneminde Türkiye’de 71,0 milyar Dolarlık özelleştirme yapıldı. Bu miktarın 46,1 milyar Dolarlık bölümü hisse satışı, 17,8 milyar Dolarlık bölümü tesis/işletme satış/devri, 688,5 milyon Dolarlık bölümü otel/sosyal tesis satış/devri, 4,2 milyar Dolarlık bölümü taşınmaz satışı, 745,2 milyon Dolarlık bölümü diğer varlık satış/devri, 1,4 milyar Dolarlık bölümü de diğer kamu kurumlarına devir biçiminde gerçekleştirildi.
Kamu kurum ve kuruluşlarının satışından elde edilen kaynaklar, devlet bütçesine eklendi ve önemli bir kaynak oluşturdu.
2003 yılından önce en yüksek satış, 2000 yılında 2,7 milyar Dolar olarak gerçekleşti. Yalnızca 2005 yılında 8,2 milyar Dolarlık, 2006 yılında 8,1 milyar Dolarlık, 2007 yılında 4,3 milyar Dolarlık, 2008 yılında 6,3 milyar Dolarlık, 2009 yılında 2,3 milyar Dolarlık, 2010 yılında da 3,1 milyar Dolarlık özelleştirme yapıldı. Özelleştirmede rekor yıl, 2013’tür. Yalnızca 2013 yılında 12,5 milyar Dolarlık özelleştirme oldu. 2014 yılındaki özelleştirme gelirleri ise 6,3 milyar Dolardı.
2017 yılından sonra, özelleştirilecek kamu kurum ve kuruluşlarının iyice azalması sonrasında yapılan özelleştirmelerden elde edilen gelir sınırlı kaldı.
Bazı kamu kuruluşları da 2016 yılında kurulan Türkiye Varlık Fonu’na devredildi. Türkiye Varlık Fonu’nun işlemleri, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen işlemlere ilişkin verilerde yer almamaktadır.
Türkiye’de özelleştirme yalnızca kamu kurum ve kuruluşlarının satılması biçiminde gerçekleşmedi.
Taşeronluk ve fason üretim de özelleştirmenin bir biçimidir. Daha önceleri kamu kurum ve kuruluşları tarafından gerçekleştirilen üretim ve sunulan hizmetin giderek artan bölümü, ihale yoluyla özel şirketlere yaptırılmaya başlandı. Örneğin, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün kendi olanaklarıyla yaptığı birçok iş, müteahhitlere devredildi. Bazı kamu hizmetleri taşeronlar eliyle yürütülmeye başlandı. Kamunun ürettiği bazı ürünler özel şirketlere devredildi.
Özelleştirmenin diğer bir biçimi, kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinin değişmemesine karşın, işleyişinde özel sektör gibi bir anlayışın hâkim kılınmasıdır. Kamu kurum ve kuruluşlarının sosyal görevleri vardır. Bunlar ihmal edilerek, bu kuruluşların ticari faaliyetleri aracılığıyla ayakta kalması ve kâr etmesi beklendi.
Özelleştirme girişimlerinin diğer bir alanı, devletin ekonomiyi müdahale araçlarının ortadan kaldırılması girişimleriydi. Bunun en çarpıcı örneği, asgari ücretin Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirlenmesine bazı çevrelerce karşı çıkılmasıydı. Yerli ve yabancı kaçak işçiliğin önlenmesi için devlet denetiminin gevşetilmesi de bu anlayışın bir sonucudur.
Özelleştirme tartışmalarında genellikle gözden kaçırılan ve esasında son derece önemli olan bir alan, sosyal güvenlik ve eğitimdir.
Türkiye’de 1945 yılında kurulan İşçi Sigortaları Kurumu (1964 yılından itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu), gerek sağladığı emeklilik sistemi gerek de kendisinin oluşturduğu sağlık sistemi nedeniyle, son derece önemli bir kamu kuruluşuydu.
1993 yılından itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu’nun emeklilik hizmetlerinin özelleştirilmesi amacıyla Dünya Bankası tarafından yönlendirilen önemli girişimler yapıldı. Sendikaların bu konudaki kararlı tavrı, öncelikli olarak 1979 ve 1980 yıllarında Şili’de uygulamaya konan bireysel emeklilik sisteminin sosyal güvenliğin yerini alması çabasını önledi. Diğer taraftan, SSK hastanelerinin devlete devredilmesi sürecine paralel olarak özel sağlık kuruluşlarının teşvik edilmesi, sağlık hizmetlerinin günümüzde önemli sorunlar yaratan özelleştirilmesi sürecini başlattı. Eğitim alanında kamu olanaklarının geriletilmesiyle birlikte, özel eğitim kurumları yaygınlaştırıldı.
TÜRK-İŞ’İN TEPKİSİ
Türk-İş’in özelleştirme karşısındaki kapsamlı tepkisi, Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun 9 Temmuz 1993 Ankara’da yapılan toplantısı sonrasında yayımlanan bildiride ifade edildi. Bu bildiri, çeşitli biçimlerde çoğaltılarak dağıtıldı. Ancak Türk-İş’e bağlı sendikaların bu bildiride ele alınan noktalar konusunda ne kadar duyarlılık gösterdiği tartışmalıdır.
Bildiri aşağıda sunulmaktadır:
“7-8 Temmuz 1993 tarihinde toplanan Türk-İş Başkanlar Kurulu, ülkemizde yıllardır tartışılan, sınırlı uygulamaları görülen ve İkinci Koalisyon Hükümeti Programında büyük ağırlıklı bir yer alan özelleştirme konusunda, geçmişten beri bu konuda sürdürdüğü çizgi ve üye Sendikalarımızın yazılı olarak bildirdikleri görüşler ışığında, aşağıdaki kararı almıştır.
“Özelleştirme, 1982 Anayasası’nın da öngördüğü “sosyal devlet” anlayışı ile bağlantılı bir uygulamadır.
“Özelleştirme, yalnızca sendikalı işçiler değil, sendikasız işçiler, memurlar, sözleşmeli personel, emekliler, işsizler, diğer bir deyişle, işçi sınıfının bütünü üzerindeki etkileri çerçevesinde ele alınmalıdır.
“Özelleştirme, esnaf ve sanatkarları ve küçük üretici köylüleri de kapsayan tüm çalışanlar üzerindeki etkileri göz önüne alınarak incelenmelidir.
“Özelleştirme, ülkemizin bağımsızlığı ve halkımızın mutluluğu üzerindeki etkileri açısından değerlendirilmelidir.
“Özelleştirme, yalnızca kamu iktisadi teşebbüslerinin satılmasından ibaret değildir. Özelleştirme, “sosyal devlet” anlayışının sona erdirilmesidir.
“Devlet, vergisini ödeyen ve gerektiğinde vatanı için canını vermeye hazır milyonlarca çalışana karşı “sosyal devlet” olma yükümlülüğünü yerine getirmelidir. Dar ve sabit gelirlilerin çeşitli sübvansiyonlarla desteklenmesi uygulaması kaldırılmamalı, aksine bu uygulama daha da geliştirilerek, son derece adaletsiz olan gelir dağılımını düzeltmede bir araç olarak kullanılmalıdır. Yoksulu koruyacak sübvansiyonları kaldırmayı amaçlayan bir özelleştirme, tüm halkımızın ve ülkemizin çıkarlarına ters düşmektedir.
“Taşeronlaşma biçimindeki özelleştirmenin amacı, işçileri insanlık dışı şartlarda sendikasız olarak çalıştırmaktır. Taşeronlaştırma, sendikaları yok etmenin en etkili aracıdır. Taşeronlaşma biçimindeki özelleştirme, işçi sınıfının çıkarlarına ters düşmektedir.
“Kamu kesimindeki büyük üretim kapasitesi ile yapılabilecek üretimin ihale yoluyla müteahhitlere veya başka fabrikalara aktarılması veya ithalat yoluyla karşılanması, kamu kaynaklarında büyük bir israfa yol açmakta ve ayrıca işsizliğe ve sendikasızlaşmaya neden olmaktadır. Bu uygulamalar biçimindeki özelleştirme, işçi sınıfının, tüm çalışanların ve ülkemizin çıkarlarına ters düşmektedir.
“Kamu işletmelerinde gerekli yatırımı yapmayarak ve çağdaş teknolojileri geliştirmeyerek, kamu kuruluşlarını çağdışı bırakan ve daha sonra bunları kapatmayı veya tasfiye etmeyi savunan bir özelleştirme anlayışı, ülkemizin ve tüm halkımızın çıkarlarına ters düşmektedir.
“Kamu kurumlarının dışarıdan alacakları mallarda üretici diğer kamu kuruluşlarına öncelik tanınmaması veya engel olunmasıyla gerçekleştirilen özelleştirme, kamu kesiminde zaten kıt olan kaynakların israfı anlamına gelmektedir ve ülkemizin ve tüm halkımızın çıkarlarına ters düşmektedir.
“Devletin piyasayı tümüyle serbest bırakması ve piyasada fiyatların oluşumuna tanzim satışları yoluyla veya başka kanallardan müdahale etmemesi, enflasyonu daha da körükleyecek, yoksulun daha da yoksullaştırılarak, zenginlerin daha da zenginleşmesine yol açacaktır. Devletin piyasadan çekilmesi biçimindeki bir özelleştirme, tüm çalışanların çıkarlarına ters düşmektedir.
“Devlet, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında gerçekleştirilen üretimde ve üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlandırılmasında, “sosyal devlet” anlayışıyla hareket etmek zorundadır. Devletin bu amacını kenara koyarak, tek amacı kârını azamileştirmek olan bir işveren gibi hareket etmesi, dünyanın en adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkelerden biri olan Türkiye’de bu sorunları daha da artıracaktır. Devletin, kârını azamileştirmeyi ana amaç kabul eden bir patron gibi davranmaya başlaması biçimindeki bir özelleştirme, tüm çalışanların çıkarlarına ters düşmektedir.
“Sosyal sigorta yerine özel sigortanın teşvik edilmesi, dar ve sabit gelirlilerin sorunlarını daha da artıracaktır. Devletin, “sosyal devlet” anlayışı çerçevesinde sosyal güvenliğin finansmanına katılması gereğinin reddedilmesi ve özel sigortacılığa ağırlık kazandırılması biçimindeki bir özelleştirme, tüm çalışanların çıkarlarına ters düşmektedir.
“Devlet, “sosyal devlet” anlayışı çerçevesinde, tüm vatandaşlara parasız eğitim imkanları sağlama yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bu yükümlülüğün reddedilerek, yalnızca parası olanların iyi bir eğitim görebilecekleri biçimde eğitimin özelleştirilmesi ve kamu kaynaklarının eğitimin özelleştirilmesi için harcanması, tüm halkımızın çıkarlarına ters düşmektedir.
“Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık tesislerine karşılıksız olarak el konulması ve bunların özel sektöre kiralanması biçimindeki bir özelleştirme uygulaması, tüm sigortalıların çıkarlarına ters düşmektedir.
“Devletin, ücretli çalışanları koruyacak biçimde müdahalelerde bulunması, kaçak işçiliği önlemesi, işçi sağlığı denetimlerini yapması, sendikal hakların özgürce kullanılmasını sağlaması,” sosyal devlet” anlayışının ve demokrasinin doğal bir sonucudur. Bu uygulamaların terkedilmesi biçimindeki bir özelleştirme, tüm çalışanların çıkarlarına ters düşmektedir.
“Kamu kurum ve kuruluşları, sermayeye kaynak aktarmanın aracı ve iktidardaki siyasi partinin yandaşları için arpalık olarak kullanılmamalıdır. Özellikle kamu iktisadi teşebbüsleri, işçilerin etkin yönetime katılması aracılığıyla, verimli bir biçimde yönetilmelidir. Özel sektörü teşvik etmek amacıyla özel sektör işletmelerinde devletin sahip olduğu azınlık hisseleri, gerçek değeri üzerinden satılabilir.
“Bazı kamu iktisadi teşebbüslerinin üretiminin durdurulması veya kamu mülkiyetinden çıkarılması, demokratik bir biçimde kamuoyunda tartışıldıktan sonra ülkemizin çıkarları açısından zorunlu görülürse, çalışanların bundan zarar görmemesi sağlanmalı ve bu sürece sendikalar aktif bir biçimde katılmalıdır. Ülkemiz açısından stratejik işkolları böyle bir özelleştirmenin bile kesinlikle kapsamı dışında tutulmalıdır.
“Kamu açıklarını kapatmak veya borç ödemek gibi amaçlarla özelleştirmeye gidilmesinde, ülkemizin ve tüm çalışanların büyük zararı vardır.
“Bugüne kadarki özelleştirme uygulamaları işçi çıkartmalarla ve kamu mallarının değerlerinin altında fiyatlarla satılması biçiminde ve sendikalarla hiçbir biçimde görüşme yapılmaksızın gerçekleşmiştir. Ülkemizin, tüm çalışanların ve işçi sınıfının çıkarları açısından, böyle bir uygulamayı onaylamak mümkün değildir. Türk-İş, enflasyonun sebebi olarak kamu açıklarını, kamu açıklarının sebebi olarak KİT’lerin zararını, KİT’lerin zararının sebebi olarak KİT’lerde çalışan işçilerin ücretlerini göstererek, halkımızı sendikalı işçilere ve sendikalara karşı kışkırtmayı amaçlayan anlayış ve uygulamaları protesto etmektedir.
“Türk-İş, bu ilkelerine ters düşen, diğer bir deyişle, sendikalara, işçi sınıfına, tüm çalışanlara, halkımıza ve ülkemize zarar verecek, ülkemizin önemli sorunlarla karşı karşıya bulunduğu ve birlik ve beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde yeni bir huzursuzluk kaynağı oluşturacak bir özelleştirme girişimi karşısında, sorumluluklarını meşru ve demokratik yollardan yerine getirecektir.”
Türk-İş daha sonraki yıllarda da özelleştirme karşıtı çeşitli açıklamalar yaptı ve genel kurullarında bu konuda kararlar kabul etti.
Özelleştirme ve özelleştirmenin bir biçimi olan taşeronlaşma karşıtı mücadele, işçi ve kamu çalışanı üst örgütlerini, emeklileri ve bazı dernekleri bir araya getirdi. Bu birlikteliğin ilk örneği, Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu’dur. Demokrasi Platformu’nun amaçlarından biri, özelleştirmenin ve taşeronlaşmanın engellenmesiydi.
5 NİSAN 1994 İSTİKRAR PROGRAMI VE SONRASINDAKİ GELİŞMELER
Özelleştirme konusunda en kapsamlı düzenleme, 1994 ekonomik krizi sonrasında açıklanan istikrar programıyla başladı.
İstikrar Programı, Başbakan Tansu Çiller ile Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’ın 5 Nisan 1994 günü birlikte yaptıkları basın toplantısında kamuoyuna açıklandı.
Programın amacı, “enflasyonu hızla düşürmek, Türk Lirasına istikrar kazandırmak, ihracat artışını hızlandırmak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sosyal dengeleri de gözeten sürdürülebilir bir temele oturtmaktı. “İstikrarı sağlamanın temelini çok yüksek düzeye çıkmış bulunan kamu kesimi açıklarının hızla aşağıya indirilmesi teşkil edecek” ti. “Bu program çerçevesinde kısa vadede toplumun her kesiminin gücü oranında fedakârlık göstermesi gerekmekteydi.
Programa göre, “1994 yılında memur maaş artışları mevcut bütçe ödenekleriyle sınırlı tutulacaktı. “KİT’lerdeki sözleşmeli personelin ücretleri eşdeğer statüdeki memur maaşlarından daha yüksek” ti. “Bu dengesizlik zaman içinde ortadan kaldırılacaktı. Kamuda personel alımları dondurulmuştu. Merkezi hükümetin de yerel yönetimlerin de geçici işçi istihdamı sınırlandırılmıştı. Programda, işçilerin “ücret disiplinini kabul etmeleri” isteniyordu ve şu değerlendirme yapılıyordu: “Bu çerçevede, toplu iş sözleşmelerinde geriye doğru endekslemeden vazgeçmek ve ileriye dönük bir bakış açısı geliştirmek şarttır.” Burada belirtilen nokta, enflasyon nedeniyle meydana gelen gerçek ücret kayıplarını telafi etmeye dayalı ücret sisteminin terk edilmesiydi. Ayrıca, belediyelerin “kaynak gösterilmeden toplu sözleşme ücret artışları” yapamayacağı belirtiliyordu.
Programda, Et ve Balık Kurumu ile Yem Sanayii’nin öncelikle elden çıkarılması, Erdemir, Tüpraş, Petrol Ofisi, Petkim, THY, TURBAN, HAVAŞ, D.B.Deniz Nakliyat, DİTAŞ, Sümerbank (Bankacılık), Etibank (Bankacılık) ve Emlakbank’ın 1994 yılı sonuna kadar satılması öngörülüyordu. Türkiye Elektrik Kurumu ve PTT ise 1995 yılında özelleştirilecekti. Karabük ve Demir Çelik İşletmeleri, Türkiye Taş Kömürü Kurumu’nun bazı ocakları, Sümer Holding’e ait 7 işletme, Petkim’in Yarımca Tesisi, Petlas, Turban’a ait 5 otel, Testaş’ın Aydın işletmesi, Haliç, Camialtı ve Alaybey Tersaneleri, Tekel’in Ankara Bira, Bomonti Bira ve Cibali Sigara fabrikalarının kapatılması öngörülüyordu. Türkiye Zirai Donatım Kurumu da yıl sonuna kadar özelleştirilemezse kapatılacaktı. Kamu bankalarının özelleştirilmesine hız verilecekti. 1994 yılında Sümerbank ve Etibank özelleştirilecekti. Emlakbank halka açılacaktı. Ayrıca, özel sağlık sigortası ve özel emeklilik sigortası teşvik edilecekti.
Sosyal Sigortalar Kanunu’nda da değişiklikler öngörülüyordu. Emekliliğe hak kazanmak için gerekli 5000 gün prim ödeme zorunluluğu kadınlar için 7200, erkekler için 9000 güne çıkarılacak, emekli aylığı ödemelerinin başlayabileceği asgari yaş sınırı getirilecekti. Sosyal sigorta prim oranları yükseltilecekti. “Emekli Sandığına tabi olarak çalışan kadınlarda 15 yıl, erkeklerde 20 yılını dolduran memurlara” erken emeklilik olanağı getirilecekti.
Kamu kesiminde işçi ve memur sayısı azaltılacak, faaliyetin gerektirdiği haller dışında geçici ve mevsimlik işçi çalıştırma uygulaması kaldırılacaktı; “kamuda emanet usulü ile yapılan yatırımlar mümkün olduğunca ihale usulü ile yapılacak”tı. Nitekim, 1 Ocak-29 Aralık 1994 döneminde istihdamda yalnızca Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda 5992 kişi, Karabük Demir Çelik İşletmeleri’nde ise 1263 kişi azalma sağlandı. Türk-İş Teşkilatlandırma Dairesi’nin üye sendikalardan gelen bilgilere dayanarak hazırladığı bir rapora göre ise, 1 Ocak-27 Haziran 1994 tarihleri arasında 34.120 işçi işten çıkarılmıştı (Listede Türkiye Taşkömürü Kurumu gözükmemektedir).
Türkiye’de sendikalar hükümetlerin özelleştirme girişimlerine karşı mücadele verdi. Özelleştirmeler engellenemediyse de en azından ertelenmeleri sağlandı.
Sendikaların özelleştirme karşıtı eylemleri Tekgıda-İş Sendika Akademisi’nin önümüzdeki haftalarda yayımlayacağı raporlarda daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
İşçiler ve sendikalar, özelleştirmenin engellenmesi çaba ve mücadelelerinin yanı sıra, özelleştirmenin işçiler açısından yarattığı olumsuzlukları azaltacak veya kaldıracak bazı girişimlerde de bulundular. Bu konudaki girişimleri de ayrı raporlarda özetlenecektir.
Özelleştirme karşıtı mücadelede öncelikli olarak kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlü bulunan Türk-İş ve bağlı sendikalarının bazıları etkili oldu. Türk-İş’in yetkili organları tarafından yapılan çeşitli açıklamalarda, özelleştirmeye çeşitli biçimlerde karşı çıkıldı. 1993 yılında oluşturulan Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu ile 1999 yılında oluşturulan Emek Platformu’nun temel amaçlarından biri, özelleştirmenin ve taşeronlaşmanın engellenmesiydi.
ÇALIŞANLARIN ORTAK SESİ DEMOKRASİ PLATFORMU
1992-1993 yıllarında işçilerin sorunları arttı; memurlar ise sorunlarını çözemedi, taleplerini gerçekleştiremedi. Hayat, farklı çizgideki işçi örgütlenmelerini, memur örgütlenmelerinin bir bölümünü, meslek örgütlerini ve bazı dernekleri bir araya gelmeye zorladı. Başlangıçtaki bazı farklı eğilimler etkisiz kılındı ve ortaya ortak paydası sınıf çıkarları olan bir gayri resmi yapılanma çıktı.
23 Ekim 1993 günü Türk-İş Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda alınan kararlar doğrultusunda 10 Kasım 1993 günü Hak-İş Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu’nun kurulması kararlaştırıldı.
23 Ekim 1993 günü Türk-İş’te gerçekleştirilen toplantıdan sonra yayımlanan bildiride, özelleştirme, taşeronlaştırma ve işten çıkarmalar sorunları öne çıkarılıyordu.
Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TMMOB, TTB, TÜRMOB, Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu, Mülkiyeliler Birliği, Öğretim Üyeleri Derneği, Halkevleri, İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Ziraatçılar Derneği, İktisat Fakültesi Mezunları Derneği, Araştırma Görevlileri Derneği, Eğitim-İş ve Genel Sağlık-İş imzalı ve 11 Kasım tarihli açıklamada, özelleştirme, yeni dünya düzeni, Terörle Mücadele Kanun Tasarısı ve zamlar eleştirilerek, “oluşturduğumuz Demokrasi Platformu, ülkemizin tüm çalışanlarının ortak sesi olacaktır, yapılacak çalışmaların organizasyonu, yürütümü için bir sekretarya oluşturulmuştur,” deniliyordu.
Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu’nu oluşturan örgütlerin genel başkanları, Sekretarya ve diğer bazı yöneticileri, 23 Kasım 1993 akşamı bir yemekte bir araya geldi. Bu toplantıda, 29 Kasım günü tüm ülkede ortak bir bildirinin dağıtılması kararı alındı. Daha sonraki günlerde bildiri hazırlandı ve her kuruluşun kendi haber bülteni olarak yüzbinlerce adet basıldı. 29 Kasım 1993 günü kuruluşların Genel Başkanları da hep birlikte Kızılay’da bu bildiriyi dağıttılar. Bildiri, Demokrasi Platformu’nu oluşturan örgütlerin çeşitli düzeylerdeki yöneticileri tarafından diğer illerdeki bazı işyerlerinde de dağıtıldı. Ayrıca işyerlerine “grevsiz toplu sözleşmesiz sendika, sendikasız demokrasi olmaz” ve “özelleştirmeye hayır! Özelleştirme, sendikasızlaştırma, işsizlik ve pahalılıktır” yazılı afişler asıldı.
Bu bildiri, Demokrasi Platformu’nun ortak programının kapsamını bir parça daha genişletiyordu. Bildirinin özelleştirmeyle ilgili bölümleri şöyleydi:
“Bugün ülkemizde yaşananlar tüm çalışanlar açısından oldukça kaygı vericidir.
“Demokrasiye karşı duyduğumuz sorumluluk gereği ülkemizdeki tüm çalışanları temsil eden örgütler olarak ÇALIŞANLARIN ORTAK SESİ olacağımız bilinmelidir.
“Bu tespitlerden hareketle;
“Özelleştirme adı altında uluslararası ve yerli tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilecek KİT satışlarına, taşeronlaşmaya, işçi çıkarmalara, sendikasızlaştırmaya, sosyal devlet anlayışı ve uygulamasının tümüyle yok edilmesi çabalarına karşı çıkıyoruz ve bu konuda ortak çalışma ve mücadele programları geliştirme umudu ve çabası içinde olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz.
“Kapsamlı bir özelleştirme programı uygulamak ve yüzbinlerce işçi ve memuru işten çıkarmak için gerekli şartları yaratacak bir sıkıyönetim uygulamasına veya Terörle Mücadele Yasası adı altında demokratik hak ve özgürlüklerde kısıtlamalara gidilmesine tüm çalışanlar olarak karşı çıktığımızı dile getiriyoruz. Ayrıca, 12 Eylül hukukunun getirdiği anti-demokratik düzenleme ve uygulamalara karşı olduğumuzu belirtiyor, başta Anayasa olmak üzere, tüm yasalarda çağdaş hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesine yönelik yeni yasa düzenlemelerinin gerçekleşmesinin tüm çalışanların ortak talebi olduğunu açıklıyoruz.” (Türk-İş Haber Bülteni,29.11.1997)
Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu yaklaşık 2 yıl faaliyet gösterdi. Bu yapılanmanın Türkiye işçi sınıfı hareketine en önemli katkısı, işçi sınıfının çeşitli kesimlerini ortak bir çatı altında bir araya getirmesiydi.
EMEK PLATFORMU
Hükümetlerin IMF’nin talepleri doğrultusunda politikalar benimseyerek sosyal güvenlik alanında önemli hak kayıplarına yol açacak düzenlemeleri gündeme getirmeleri, özelleştirmeyi ve taşeronlaşmayı hızlandırmaları, kamu çalışanlarının aylıklarını istenilen düzeyde artırmamaları ve işten çıkarmaların yaygınlaşması karşısında, Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK, Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen arasında 1999 yılı başlarında başlayan işbirliği, 14 Temmuz 1999 tarihinde Emek Platformu’nun kurulmasıyla kurumsal bir yapıya kavuştu. Üç işçi ve üç kamu çalışanı konfederasyonuna, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti, Tüm İşçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) de katıldı.
Emek Platformu 24 Temmuz 1999 günü Ankara’da Kızılay Meydanı’nda yaklaşık 400 bin kişinin katıldığı büyük bir miting yaptı ve çok çeşitli eylemler düzenledi.
Emek Platformu, Çalışanların Ortak Sesi Demokrasi Platformu’ndan farklı olarak, çekirdeğini örgütlü ücretlilerin tümünün oluşturduğu ve politikalarını belirlediği bir örgütlenmeydi ve aynı yapıda yerel örgütlenmelerin oluşturulmasını da teşvik etti.
Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun 12 Temmuz 1999 günlü toplantısında alınan karar uyarınca, Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye KAMU-SEN, Memur-Sen, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti, Tüm İşçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, TMMOB, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği, TÜRMOB yöneticileri 14 Temmuz 1999 günü Türk-İş Genel Merkezi’nde toplandılar.
Bu toplantı, işçi ve memur sendikaları konfederasyonları, emekli örgütleri ve meslek örgütlerini bir araya getirmesi açısından son derece önemliydi. Bu toplantıda, işçilerin yaşlılık aylığına hak kazabilmesi için sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısına ek olarak yaş sınırı getirilmesinin (“mezarda emekliliğin”) önlenmesi ve memur ve emekli aylıklarının artırılması için üretimden gelen gücün kullanılmasına kadar uzanan bir dizi eylemin birlikte yapılması kararı alındı. Ortak açıklamanın özelleştirmeye ilişkin bölümleri şöyleydi:
“14 Temmuz 1999 günü yapılan toplantıya katılan tüm kuruluşlarımız, güç ve eylem birliği içindedir. Kuruluşlarımız, haklı taleplerimiz karşısında Sayın Başbakanın ve diğer yetkililerin yaptıkları açıklamaları üzüntüyle karşılamıştır. Hükümetler tehdit ve çarpıtma yoluna başvurmayıp, mesajları doğru anlama ve yorumlama sorumluluğuna sahip olmalıdır. İşçi, memur, emekli hiçbir zaman halkla karşı karşıya gelmez. Bu insanlarımız halkın kendisidir. 57. Hükümetin, memur ve emekli aylıkları, sosyal güvenlik reformu, uluslararası tahkim, özelleştirme ve tarım ve hayvancılık konularında IMF’nin talimatları doğrultusunda ve ülkemizin ve halkımızın çıkarları aleyhinde aldığı kararlar, halkımızın sorunlarını daha da artırmaktadır. Sosyal güvenlik reformu adı altında sunulan taslak, sosyal devleti ve sosyal güvenlik kuruluşlarını çökertecek, mezarda emekliliği getirecek, kaçak işçiliği yaygınlaştıracak, özel sigortacılığı güçlendirecektir.
“Kuruluşlarımız, memur ve emekli aylıklarına yapılan zam oranının artırılması ve insan onuruna yaraşır bir düzeye yükseltilmesi, sosyal güvenlik reformu tasarısının görüşülmesinin durdurularak sigortalıların ve emeklilerin çıkarları ve talepleri doğrultusunda düzeltilmesi, sosyal devletin korunması ve uluslararası tahkimin ve özelleştirmenin engellenmesi için verilecek meşru ve demokratik mücadelede tam bir iş birliği, güçbirliği ve bütünlük içinde hareket edeceklerdir. Kuruluşlarımızın ülkemizin her tarafındaki yerel örgütleri de aynı anlayış içinde davranacaklardır.”
Emek Platformu’nun 24 Temmuz 1999 Ankara mitingine yaklaşık 400 bin kişi katıldı. Mitingde, Emek Platformu adına bir açıklama dağıtıldı. Bu açıklamanın özelleştirmeler ve sosyal güvenlik reformuna ilişkin bölümleri aşağıda sunulmaktadır:
“İşçiler, Kamu Çalışanları, Meslek Örgütlerinin Üyeleri, Emekliler, İşsizler, Esnaf ve Sanatkârlar, Köylüler, Halkımız,
“Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye KAMU-SEN, Memur-Sen, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti, Tüm İşçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği Genel Başkanları’nın birlikte düzenledikleri basın toplantısına hoş geldiniz.
“14 Temmuz 1999 günü oluşturulan EMEK PLATFORMU, 10 gündür ülkemizin dört bir tarafında tam bir birlik ve bütünlük içinde sürdürülen meşru ve demokratik eylemlerin ardından, bugün Ankara’da Kızılay Meydanı’nda bu toplantıyı düzenlemiştir.
“Ulusötesi sermayenin beyni ve sözcüsü IMF, Türkiye’yi sömürgeleştirmek istemektedir. IMF’nin baskısıyla, hükümetin, sosyal güvenlik reformu adı altında gündeme getirdiği düzenlemelerin amacı, sosyal devleti ve sosyal güvenlik kuruluşlarını çökertmek, mezarda emekliliği getirmek, özel sigortacılığı yaygınlaştırmaktır. IMF’nin isteğiyle uygulanan özelleştirme, sosyal devleti zayıflatmakta, kamu mallarının yağmalanmasına yol açmakta, işsizliği artırmakta, ülkemizin üretim kapasitesini tahrip etmektedir.
“EMEK PLATFORMU, ulusötesi sermayenin Türkiye’nin bağımsızlığına ve halkımızın huzuruna ve mutluluğuna yönelik bu saldırısına karşı, halkımızın öncüsü olarak meşru ve demokratik direnme hakkını kullanmaktadır ve kullanacaktır.
“Hükümet,
– sosyal güvenlik reformu kanunu tasarısının görüşülmesini durdurmalı, tasarıyı geri çekmeli; iş güvencesi, işsizlik sigortası, devlet katkısı ve sosyal güvenlik kuruluşlarının özerk ve demokratik bir yapıya kavuşturulmasını sağlayacak bir düzenlemeyi getirmelidir;
– özelleştirme uygulamalarını durdurmalı, bu konuya ilişkin yargı kararlarını uygulamalıdır;
“EMEK PLATFORMU, halkımızın temsilcisidir; ülkemizin bütünlüğünün ve bağımsızlığının, demokratik ve laik sosyal hukuk devleti anlayışının savunucusudur. Ülkemizin ve halkımızın yararına bu taleplerimiz yerine getirilmezse, Anayasanın teminatı altındaki kazanılmış haklarımız ortadan kaldırılmak istenirse, ülkemizin ve halkımızın aleyhindeki politikaların uygulanmasına devam edilirse, meşru ve demokratik eylemlerimiz daha yaygın, kitlesel, etkili ve kararlı bir biçimde sürecektir. 24 Temmuz, tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Önümüzdeki günlerde, üretimden gelen gücümüzün ülke çapında kullanılmasında asla tereddüt gösterilmeyecektir. Bu konudaki kararlılığımızı kamuoyuna buradan bir kez daha açıklıyoruz.“