UZLAŞ DA GEL
Ne demişti Başbakan?
Aranızda anlaşın. Bizim açımızdan hiçbir sorun yok. Siz aranızda anlaşın, biz üzerimize düşeni anında yerine getirmeye hazırız. Başından beri aranızda uzlaşma olmasını bekliyoruz.
Ne demişti Başbakan?
"Aranızda anlaşın. Bizim açımızdan hiçbir sorun yok. Siz aranızda anlaşın, biz üzerimize düşeni anında yerine getirmeye hazırız. Başından beri aranızda uzlaşma olmasını bekliyoruz."
Kıdem tazminatı düzenlemesi önce onun talimatıyla rafa kalkmıştı, ardından Eylül sonunda Çalışma Meclisi’nde yeniden gündeme geldi. Başbakan, işçi sınıfının elinde kalan son kazanımlarından birinin tırpanlanması konusunda, özetle "uzlaşın" diyordu. Türk-İş’in "kırmızı çizgileri", genel kurul kararı dururken; DİSK’in mücadele çağrısı, #Direnişçi kampanyası sürerken uzlaşmanın mümkün olmadığını en iyi Başbakan biliyordu.
Üstelik, uzlaşma dayatmasının, en fazla sosyal tarafların işçi kanadı olarak temsiliyetleri giderek meşruiyetini yitiren konfederasyonları zorlayacağının farkındaydı. Bu nedenle, kıdem tazminatı konusunda tartışmaların "uzlaşılabilir bir zemine" çekilmesi gerekiyordu. Hükümet yine yaratıcı hamlelerle kamuoyu algısını ve sendikaları bu zemine çekmeyi, iki yolla başardı.
Öncelikle, Çalışma Meclisi’ni izleyen günlerde, kaynağı belirsiz taslaklar basına sızdırıldı. Bu taslaklarda yazılanlar, işçi sınıfı açısından en kötü senaryo anlamına geliyordu.
Hükümet, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalıştı. Ardından kıdem tazminatının "aksayan" yönleri ustalıklı bir şekilde bir sorun alanı olarak tanımlandı. Gündem, kıdem tazminatını alamayan işçilerin bu sorunlarına çekildi. Oysa kıdem tazminatında, patronların bu hakkın üstüne yatması ve hükümetin ise tazminatın ödenmesi için zorlayıcı ve güvence sağlayan önlemler almayarak konuya seyirci kalmasından başka bir sorun yoktu. Kıdem tazminatı sisteminde hakların genişletilmesi, zaten ne hükümetin ne de sermayenin gündemindeydi.
Sonuç olarak, sermaye, hükümet ve işçi konfederasyonları hep birlikte kıdem tazminatını tartışmaya başladılar. Nihayetinde önceki gün, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in "son" toplantı dediği Üçlü Danışma Kurulu’nda ana gündem, sınıfa saldırı paketinin diğer unsurları dışında kıdem tazminatıydı. Toplantı sonrasında tarafların yaptığı açıklamalar, sondan çok bir başlangıca işaret etti. Hükümet, taşeron işçilerin kıdem tazminatı sorununa daraltarak kıdem tazminatı sistemini delmeye dönük yeni bir hamle yaptı. Yani en kötüsünü tartıştırdıktan sonra uzlaşılabilir olanına işaret etti. Türk-İş, genel kurul kararının yanından dolaşabileceğinin sinyalini Ekim ayı içerisinde vermişti.
Türk-İş’in çiçeği burnunda Genel Başkanı, taşeronda çalışanların kıdem tazminatı sorunundan bahseden açıklamalar yapmıştı. Son toplantıdan sonra, DİSK "Mutabakat yok, mücadele var" başlığıyla yayınladığı açıklamada, işçi sınıfının kazanılmış haklarının korunması şartıyla, taşeron işçilerinin sorunları ve kıdem tazminatı ile ilgili sorunların çözülmesi noktasında her türlü katkıyı sunmaya açık olduğunu belirtti. Bu tespitlerle, kıdem tazminatında bir uzlaşmaya doğru yol alındığı elbette iddia etmiyorum. Ancak gelinen noktada, kıdem tazminatı işçi sınıfının bir bölmesi için tartışılabilir hale getirilmiştir. Bu durum, taşeron çalışma ve taşeron işçilerin sorunlarını gündemine alan sendikaların reflekslerini, modern kölelik uygulamasının kaldırılmasına değil de koşullarının düzeltilmesi eksenine çeker.
Asıl tehlike buradadır. Peki, Türkiye’de geniş emekçi yığınların en temel kazanımlarından birisi ile ilgili tartışmalar bu toplantılara sıkıştırılabilir mi? Buna izin verilebilir mi? Hükümetin kıdem tazminatı ve diğer saldırı başlıklarına ilişkin uzlaşı arayışında, işçi tarafını temsil eden konfederasyonların temsil ettiği işçi sayısı 1 milyon dolayında.
Oysa, Türkiye’de bu saldırıya kayıtlı çalışmanın kıyısındakiler ve dışındakiler dahil, doğrudan muhatap olanlar 20 milyon civarındadır. Bu sayı, öğrenci gençlik katıldığında daha da yukarıya çıkıyor. Başta gençler olmak üzere, toplumun büyük kesimini ilgilendiren bu başlık, tam da bu nedenle, sadece "emek meselesi" olarak ele alınamaz. Kıdem tazminatı, bir toplumsal mücadele konusudur, tek başına sendikalara bırakılamaz.
Gezi Parkı eylemlerinde yeni Türkiye ile uzlaşmayı reddedenler, kendi yaşamlarına ipotek koyacak bu düzenlemeleri sineye çekebilir mi?