YOK BAŞKA BİR CEHENNEM
1850 tarihli Fabrika Yasası günlük ara dinlenmesi ve yemek dahil 12 saat haftalık 60 saatlik çalışmaya müsaade ediyor. Buna karşın TÜlK´in son istatistiklerine göre 6 milyon insan fiili olarak haftalık 60 saatin üzerinde çalışmakta.
1850 tarihli Fabrika Yasası günlük ara dinlenmesi ve yemek dahil 12 saat haftalık 60 saatlik çalışmaya müsaade ediyor". Buna karşın TÜlK’in son istatistiklerine göre 6 milyon insan fiili olarak haftalık 60 saatin üzerinde çalışmakta.
Yani iş başındaki her dört kişiden biri için durum bu. Bunların üçte biri için yani 2 milyon kişi için ise çalışmak dışında bir hayat yok. Bu kişiler haftada 72 saat ve üzeri çalışma ile mesela Fransa’daki bir işçinin iki haftada yaptığı mesaiyi bir haftada yapıyorlar. Ekonomik bir faaliyette çalışan ve okula devam etmeyen çocukların haftalık ortalama çalışma süresi 55 saat. "Yasa hala yürürlükte". Böyle yazar KarL Marx Kapital’de.
Yıl 1867’dir. Yasa çıkalı 17 yıl olmuştur. Denetimler yetersizdir. Pek çok işyerinde çalışma süreleri 60 saatin üzerindedir. Sorabilirsiniz bu çağdışı kalmış yasanın Türkiye ile ilgisi ne?
Elbette bu yasa ne güncel, ne yürürlükte, ne de Türkiye ile ilgisi var. Ama yukarıdaki istatistikler diyor ki, bu ülkede 6 milyon kişi 150 yıl öncesi İngiltere’nin yasalarına bile uygun çalışmıyor. Türkiye’de bir iş kanunu var mı? Evet var. Fazla çalışmaya mani mi? Elbette hayır. Neye yarar peki? Mesela en temel hakkı olan örgütlenme yani sendikalaşma hakkını kullanmak isteyen işçileri, ahlaksızlık nedeniyle işten atabilme olanağını verir patronlara. Sonra işçi mahkemelerde gerçek nedenin sendikalaşma olduğunu ispatlamak için aylarca bekler. Ancak fazla çalıştırmanın bir yaptırımı yoktur. Zaten yasa yolgeçen hanıdır. Yasaya mesela taşeron uygulamasında olduğu gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bile uymaz. Kamu kurum ve kuruluşları uymaz.
Çalışma süreleri düşüyor
Evet, İngiltere Fabrika Yasası mazi olalı çok zaman geçti. İşçi sınıfının günlük 8 saat işgünü talebi 1 Mayıslarla dünya çapında işçi sınıfı mücadelesinin simgesi haline geldi. Nitekim ilk ILO sözleşmesi sanayide çalışma süreleri ile ilgili olarak 1 919 tarihinde yayınlanmıştır.
Sözleşme günde 8, haftada 48 saat prensibi üzerine kurulmuştur. 1935 yılında 47 nolu sözleşme ile 40 saat haftalık çalışma süresi yeni bir standart olarak gündeme gelmiştir. Bugün zorunlu haftalık çalışma süresi Çin dahil olmak üzere pek çok ülkede 48 saaten 40 saate gerilemiş durumda. Mesela Fransa’da bu süre 35 saat.
Çalışma sürelerinin dünya genelinde düşürülmesinin bir nedeni de işçi sağlığı ve iş güvenliği. 48 saatlik haftanın bir dönem için önemi 50 saat ve üzeri haftalık çalışmanın sağlık açısından problemli olduğu konusundaki tespitler. Bu nedenle çalışma süreleri sadece çalışma hayatı ile ya da yasaları ile ilgili değil aynı zamanda insan hakları ile de ilgili bir durum olarak tanımlanıyor.
Türkiye için 50 saat ve üzeri çalışan kişi sayısı yaklaşık 10 milyonla iş başında olanların yaklaşık yüzde 40’ı. Yaklaşık her iki kişiden biri insan haklarına aykırı olarak çalıştırılıyor. Dünya genelinde ise 48 saat üzerinde çalışanların oranı yüzde 22-23 seviyesinde hesaplanıyor. Bu ülkede emeğin adı yok. Talepleri yok. Sözünü söyleyene bakan yok. Herkes gardım almış birbirine. Kimi Kürt’e kimi Türk’e düşman. Kimi Alevi’ye kimi Sünni’ye düşman. Kimi dincidir, kimi laik. Kimi beyaz yakalı, kimi mavi. Kimi kadrolu, kimi taşeron. Kimi göçmen işçiye kin besler. Çıkış yolu belli değil mi? Haziran’da ele ele tutuşan isyan.
Halka sevgilim diye seslenen bir şair var.
Adı Behçet Aysan.
Sivas’ta Madımak’ta ateşler içinde can verdi. Sesler ve Küller şiirinde hep aynı kitabı okuduğumuzdan bahseder.
Kitabın adı Acılarbilgisi’dir.
"İner şafağın alacasında /karıncalar ordusu /şehre /kenar/ mahallelerden / yürüyerek /ve trenlerle/ su satan çocuklarıyla /kapılarında vagonların / çamaşırcı /kadınlarıyla /iner/şehre/ Sincan’dan /İner Mamak’tan…Aynı kitabı okur/ adı acılarbilgisi/ adı acılarbilgisi/ acılarbilgisi". "Yok başka bir cehennem/ yaşıyorsunuz işte"