Kâr ve zarar her zaman ekonomiyle açıklanabilen ya da karşı iki durumu ifade eden kelimeler değildir. Devlet ve vatandaş ilişkisinde zarar aslında kârdır. Bu sadece Türkiye için de geçerli değildir. Vatandaşın çıkarını ve devletin varlık ve güçlülüğünü esas almayan hükümet politikaları, ülkeyi zarara uğratmaktan başka hiçbir işe yaramaz.
TEKEL, SEKA, PETKİM, TÜPRAŞ, TÜRK TELEKOM, PETROL OFİSİ, SÜMERBANK ve daha niceleri zarar ettiği iddia edilerek satıldı, kapatıldı. Taşınmazları yok pahasına el değiştirdi, yağmalandı. Zarar ediyor, devletin sırtında kambur denilerek elden çıkartılan, peşkeş çekilen ya da emperyalist ülkelere pazar olarak sunulan bu kurumların özelleştirilmelerinden sonra ülke ekonomisi kamburlarından kurtulup şahlandı mı, yoksa üretime değil de sıcak paraya bağımlı hale mi geldi, buna bakarsak tabloyu daha net görebiliriz.
Ekonomiden Sorumlu Bakan gelen fırtınadan bahsediyor, Cumhurbaşkanı köpürüyor. Sorun faizmiş efendim. Devleti üretim alanından çekerseniz, tefecilik yaptırmak zorunda kalırsınız. Sanayiciye yatırım yapması için teşvik verilmesinin nedeni ne? Daha çok üretim ve istihdam olsun diye değil mi? Öyleyse ekonomideki tıkanma sadece üretmekle aşılıyorsa devlet neden üretimdeki can damarlarını keser ve neden üreten fabrikalar yük olur, zarar eder? Devlet, özel sektöre elbetteki alan yaratmalı. Bunun için üretimden çekilmesi gerekmiyor. Piyasayı, ancak üretimin içinde olursa kendi kontrolünde tutar. Yoksa yapacağı tek bir şey kalır “Faiz”.
Köpürmeye hiç gerek yok. Satarak kasaları dolduramadı hükümet. Her geçen gün delik daha da büyüdü. Evdeki eşyalar gitti, oturacak koltuk bile kalmadı. Ama çalışıp eve para getiren de yok. Sizce bu durumda ne olur? İşte özelleştirmelerden geriye böyle bir tablo kaldı. 12 aylık cari açık 2018 yılı sonu için öngörülen 52 milyar dolara dayandı. İyimser uzmanların öngörülerine göre 2014’ten beri gelinen en kötü seviye.
GÜLELİM Mİ AĞLAYALIM MI?
Çözümü bana sorarsanız eğer; devlet teşviğini bir kere asla inşaat firmalarına vermem. Gülmeyin; çünkü İstanbul Dubai olma yolunda hızla ilerliyor. Özellikle Anadolu yakası sahiline yapılan devasa gökdelenleri görünce, kölelik şartlarında çalışan Dubaililer aklıma geliyor. Güzelim İstanbul çok çirkinleşiyor, kimliğini kaybediyor. Neyse konuyu dağıtmadan tekrar çözüme gelirsek bence devlet satmak yerine yenilerini kurmalı. Yeniden KİT’leri oluşturmalı. Mercimeği, nohutu, buğdayı ithal eden zavallı bir durumdan yeniden ayağa kalkmanın yolu Atatürk’ün yaptığını yapmak.
“Faizi düşürün” demekle ekonomideki fırtınayı geri çevirmenin mümkün olamayacağını artık küçük çocuklar bile biliyor. TEOG kalksın, İstiklal Marşı’nın bestesi değiştirilsin demekle belki sözde değişiklikler yapabilirsiniz ama faizi nasıl bir emirle değiştirebilirsiniz anlaşılır gibi değil. Güleriz ağlanacak halimize. Hani derler ya “Müflis tüccar, eski defterleri karıştırırmış” diye. Hükümet artık durup durup “Neyi satabiliriz başka” diye elde kalanları satmaktan vazgeçmeli. Yolun sonu gözüküyor.
Her özelleştirmede olduğu gibi gözler yine sendikalara çevrildi. Sendikal hareketin tavrı önemli. Ama sonuç getirebilir mi bilemem. Çünkü asıl sonuç işçi inanırsa alınır. Şimdiye kadar yapılan özelleştirmelerde yaşananlar sanırım biraz işçinin başarabileceğine olan inancı kırmış. Umuyorum ki, şeker işçisi önce kendisine inanır. Çünkü bu satışlara karşı çıkmak gerçekten cephede vatanı savunmakla aynı şey. Mehmetçik kadar ülkesine ve birer kale olan fabrikalarına sahip çıkan işçilere de ihtiyacımız var.