YOLSUZLUĞA BATAN, HÜKÜMETİN AVUCUNA DÜŞER
Sendikacı yolsuzluğa battı mı, hükümetin ve işverenin avucuna düştü demektir. Ne zaman sendika başını kaldırıp, işçiye, işyerine ve ülkeye sahip çıkmaya kalksa, dosyaların ucu gösterilir ve yandaş basın aracılığıyla tehdit edilir.
Sendikacı yolsuzluğa battı mı, hükümetin ve işverenin avucuna düştü demektir. Ne zaman sendika başını kaldırıp, işçiye, işyerine ve ülkeye sahip çıkmaya kalksa, dosyaların ucu gösterilir ve yandaş basın aracılığıyla tehdit edilir.
Birkaç örnek aktarayım:
* Çimento fabrikalarının satışı sırasında, Çimse-İş karşı çıkmasın diye Genel Başkan Tamer Eralan’ın malvarlığı hükümetin silahı oldu. Gazeteler günlerce yazdı, süratle dava açıldı.
* Yıl 1999, Bayram Meral’in ve yakınlarının malvarlığı iktidar yanlısı gazetelerden hiç inmedi. Neden? Çünkü, o günlerde Tahkim Yasasına karşı Türk-İş büyük miting hazırlığında.
* Şemsi Denizer, büyük Zonguldak direnişi ve yürüyüşünün önderiydi. O eylem sırasında yandaş gazetelerde ‘Jaguar’ haberleri…Türk-İş Genel SEKRETERİ olarak Emek Platformu’nun ilk genel grevine önderlik ederken de, yine aynı saldınyla karşılaştı. Türk-İş Genel Başkanlığı’na adaydı ve CIA tarafından katledildi.
* 2004 yılında Telekom özelleştirilmek isteniyor. Özelleştirmecilere göre, işçilerin özelleştirmeye direnmelerini önlemek ve sendikayı köşeye sıkıştırmak gerekiyordu. 1 Mart 2004 tarihli Sabah Gazetesinin manşeti, ‘DubleksCengiz’ idi.
* Yıl 2005… ERDEMİR’in satılması gündemde. Ereğli kenti, işçisi, esnafı, kadını ile direniyor. Bu kez Ilıcaklann Tercüman Gazetesi harekete geçiriliyor. 25 Şubat 2005 günü gazetenin manşeti; ‘Sendikacının göz kamaştıran serveti!’
* Tekellerin özelleştirmesi sırasında ise at yarışı oynayan sendikacı haberleri… Ya yolsuzluk, ya işçilerin hakkına sahip çıkmak… İkisi bir arada olamaz ve olamadığı görülmüştür.
Bunca saldırıya rağmen, bazı sendikaların neden sus pus olduklarının cevabı işte budur. Saldırıya direnmeye kalktıklannda, yolsuzluklann çarşaf çarşaf gazetelere haber olacağını, savcıların harekete geçeceğini bilmektedirler. Bazı sendikacıların dosyalarının Adalet Bakanlığı’nın raflarında bekletildiği söyleniyor. Dosyası bulunan sendikacının, işçiye ve sendikasına sahip çıkması mümkün müdür?
Neden bazı sendikalar daha cesur. Bunlar, işçinin kendisine emanet ettiği paraya göz dikmemiştir. Kimseye minnet borcu yok ve hesap verecekleri tek yer işçilerdir.
Türk-İş Kongresine giderken, sendikacılar, neden 20 yıldır hep gerilediklerini tartışacaklar. Yeniden işçinin güvenini nasıl kazanınz diye kafa yoracaklar. Bu kongreyle beraber, sendikaların yeniden işçi örgütü olma, kendisine güvenen, tabana güven veren ve gururlu örgütler haline gelme şansı önlerindedir.
Ankara’da 8 bin 500 TEKEL işçisi 78 gün boyunca nasıl direnebildi sorusunun bir cevabı da, sendikanın kendine güveni idi. TEKEL işçisine önderlik edebilmeniz için, hükümetin sizi tehdit edeceği dosyanızın olmaması lazımdır. Başarının bir sebebi budur. İkincisi ise, yaşananlardan ders almış, yeni sayılacak bir denetleme oluşturmuşlar. Sendikanın muhasebesini Yeminli MALİ Müşavirlere yaptırıyor ve sendikanın internet sitesinden her 6 ayda, bütün gelir ve gideri işçiye duyuruyorlar. Zaman zaman da hükümete çağn yapıyor; ‘Kapımız açık, istediğiniz zaman gelin denetleyin’ diyorlar. Eylem boyunca gelen yardımların ve harcamaların ise, her gün duvardan ilan edildiğine tanık oldum. İşte ancak böyle bir sendika, üyesi bile olmadığı halde TEKEL işçisine Ankara kışında 78 gün direniş yaptırabilir ve bütün topjumun desteğini alabilirdi.
Sendikacılar, güven sağlamak için, mal varlıklarını ve maaşlarını açıklamalıdırlar. Sendikanın mali denetimini de işçiye açık hale getirmeliler.
Aydınlık Gazetesi, yukarıda sıraladığım yolsuzluk haberleri sırasında, o zamanki haberlerin, mücadelenin ezilmesi amacıyla kullanıldığını bildiği için, böyle haberlere ilgi göstermedi.
Ama bugün görülüyor ki, sendikaların adım atabilmeleri, ancak temizlenmelerine bağlı hale gelmiştir.