ZALİMİN ZULMÜ VARSA MAZLUMUN GREVİ VAR…
ZALİMİN ZULMÜ VARSA MAZLUMUN GREVİ VAR…
Yarın 50. gününe girecek tütün işçilerinin direnişi, hak taleplerine bir karşılık bulacak mı? Başbakan’ın topu attığı iki bakan nasıl bir öneri ile gelirler? Şunu belirtelim ki, hükümet çetin cevize çatmıştır. Çark etme alanı oldukça dardır. Tütün işçileri için biçtiği 4/C elbisesini geri çekse bir türlü, çekmese bir türlü… Yaklaşık 10 bin işçi için öngörülen 4/C elbisesi, sıradaki özelleştirme sürecindeki şeker ve elektrik çalışanları için de söz konusudur. 4/C uygulaması ile çalıştırılan halihazırda 23 bin kişi vardır. Bunların 10 bini Milli EĞİTİM, 3 bin 500’ü İçişleri, 2 bin 700’ü Adalet, yaklaşık 2 bini Sağlık bakanlıklarındalar.
Tütün işçileri, AKP icadı 4/C cenderesini -haklı olarak- istemiyorlar. Çünkü biliyorlar ki, 4/C’ye geçtiklerinde ücretli çalışma süreleri azaltılacak. Ücretleri düşecek. İhbar ve kıdem tazminatı haklarını kaybedecekler. Fazla mesai ücreti almayacaklar. Emeklilik koşulları imkânsıza yaklaşacak. 4857 sayılı yasaya göre, işçi tanımına girmeyecekler ve toplusözleşme haklarından yararlanamayacaklar. Ücretli izin hakları budanacak. Örneğin 4 ay çalışanın sadece 4 gün ücretli izin hakkı olacak…
4/C ile çalıştırılanlar bu zulmetle çalışıyorlar, “Özelleştirme Uygulamaları Sonucunda İşsiz Kalan ve Bilahare İşsiz Kalacak Olan İşçilerin Diğer Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Geçici Personel Statüsünde İstihdam Edilmelerine” ilişkin çerçevenin mucidi AKP, şimdi tütün işçilerini bu çembere sokmaya, yeni özelleştirmelerle de diğer binlerce işçiyi yine bu kazanda kaynatmaya niyetli. Gelin görün ki, baltayı taşa vurdular. Tütün işçileri bizi 4/C cenderesine sokamazsınız, diyorlar. Peki hükümet ne yapacak? 4/C’nin şartlarını değiştirmek, işin kimyasına aykırı; mevcut 23 bine de o hakları tanımak demek. İşçilerin taleplerini kabul etse, bütün özelleştirme ekseni yamulacak. İki ara, bir dere dedikleri durum bu…
***
Hatırlayalım ki, 2001 krizi sonrası Kemal Derviş-IMF işbirliğinde gerçekleştirilen azgın özelleştirme planını, parmak ısırtan bir saldırganlıkla gerçekleştiren, neoliberal AKP iktidarı oldu. Bu, sayılarla da sabit. AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonunda KİT’lerin ürettiği katma değer, milli gelirin yüzde 5’i iken 2009 sonunda yüzde 1.5’e düşecek kadar KİT eritildi, özelleştirilerek… Aynı dönemde 384 bin olan KİT çalışan sayısı, özelleştirmelerle yaşanan daralma sonucu 202 bine indi. Özelleştirme, AKP’nin şehvetle icra ettiği bir uygulama. Sadece özelleştirme değil, sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetleri de kamudan alıp özele devretmek, ticarileştirmek, merkezden belediyeye kadar kamusal hizmetleri taşeronlara devretmek, bunu yaparken sendikaları devreden çıkarmak, onları işlevsizleştirmek, esnek istihdamın bütün biçimleri ile emeği en ucuza mal etmek… Bütün bunları yaparken, yandaş, cemaat mensubu bir sermayedar kitlesine yontmak, onları palazlandırmak… Bu zihniyetteki bir iktidarın, geleceğe emsal olacak hak bilirliğe yanaşması kolay olmayacaktır. Zalim zulmünden vazgeçmeyecektir…
***
Tütün işçilerinin mücadelesinden yola çıkarak, özelleştirme karşıtı mücadele yükseltilmeli, yeniden kamu üretim ve istihdamını talep eden bir çerçeveye sahip çıkılmalıdır. Nüfusu 72.5 milyona ulaşmış bir ülkede kamu çalışanı sayısı 3 milyon bile değil. Özellikle sağlık ve eğitim alanlarında kamu çalışanı sayısı arttırılmalı. KİT’ler yeniden yatırımcı ve üretici durumuna getirilerek istihdam yaratmalı. 4/C gibi köleci çalışma düzenleri kaldırılıp tüm çalışanlara grevli, toplusözleşmeli haklar tanınmalı. Yeniden kamu alanını genişletmek için, neoliberalizme karşı mücadele için gerekli kaynaklar, vergi düzenine müdahaleyle ve kamu harcamalarını emek yanlısı bir özelliğe kavuşturarak yapılabilir. Varlıklı sınıf, daha çok vergilendirilmeli, asker-polis-gizli servis, lüks bürokrasi harcamaları azaltılmalı.
***
Toplumda, kararlı, doğru önderlikte bir sendikal mücadelenin nasıl, gerçek demokrasi mücadelesinin yelkenlerini şişiren bir rüzgâra dönüştüğü bu deneyim ile anlaşılmıştır. Yeniden sendika, yeniden örgütlenme şiarı ile tüm alanlarda yeniden örgütlenmenin mücadelesi verilmelidir. Petrol-İş’in başarıyla sürdürdüğü “Sendikalı ol kampanyası”nı mutlaka diğer sendikaların çabaları izlemelidir.
TEKEL direnişi ile görüldü ki, sınıf, kendisini mücadele içerisinde kuruyor, gücünün farkına varıyor, kültürünü üretiyor, yaratıcı direniş ve dayanışma biçimlerini var ediyor. Yine görüldü ki, ancak böyle mücadeleler, liberalizmi ve muhafazakârlığı, sivil toplumculuğu, kimlik siyasetini, sol adıyla pazarlamak isteyenlere hak ettikleri dersi veriyor; coplu, biber gazlı saldırılara karşı koyan bu mücadeledir ki AKP’nin demokrat maskesini düşürüyor.
Bitmedi, bitmeyecek; bu kavga, dost-düşman herkese gösterecek ki, zalimin zulmü varsa, mazlumun grevi var…